11.04.2010 Doğancı Dağyenice Misi Köyü Yürüyüşü












2010 yılı programı yapılırken gidilebilecek yer diye önerdiğim bu parkur sorumluluğunu ben yüklendim.Daha önceleri birkaç kez gittiğim bu bölgeye; bu yıl katıldığım ve tanımaktan gurur duyduğum arkadaşlarımla birlikte gidecek olmak beni daha da heyecanlandırdı.Önce bölgeye giderek, orada çiftlik sahibi olan arkadaşım Asaf Yahyaoğlu ile keşif yapmaya karar verdik. Bölgeyi iyi tanıyan eski köy imamı ve şimdiki emlakcı dostumuz Şevket hocayı da alarak çevreyi dolaştık, benim seçtiğim Misi Köyü, Dağ Yenice ve Misi Göleti parkurunu araçla katettiğimizde yaklaşık 8km olarak görünce panikledim. Fakat arkadaşlarım Doğancı köyüne götürünce parkuru çok beğendim .Sonra katılım listesindeki 43arkadaşla yürümenin keyfini düşündüm.Yürüyüş gününe güzel bir havayla başladık Misi köyü girişinden eşi Müjgan Yahyaoğlu tarafından buluşma noktasına getirilen Asaf beyi de alarak Orhaneli keles vadisi boyunca yol alıp tarihi Doğancı köyünde araçlardan ayrıldık.Hafif bir rampayla(bu tanımlama bizlere sevgili arkadaşımız Ünal Özbostanlar’dan geçti) Doğancı Misi göletine doğru yola çıktık, harika bir manzara ,vadideki uzayıp giden yol, yemyeşil ve bahar dönüşümü ile renkdeğiştiren doğa ve orman içi yol.Tabi bu arada ben ve Asaf bey öncü olduğumuz için pek manzara izleyemiyoruz ve resim çekemiyoruz.Bu arada sevgili Kezban hanımdan parkurla ilgili gerçekci bir eleştiri geliyor sabah ısınmadan; yani bir süre düz yolda yol almadan böyle rampaya sarılmazmış.Haksızda değil hani!Orman içi yürüyüşten sonra alabildiğine geniş bir düzlüğe çıktık ve bir anda karşımızda Doğancı Misi köyü sulama göletini bulduk, tabi terlemiştik. Gölet çevresini dolaşma fikrinden rüzgar nedeni ile vaz geçerek tekrar ormana daldık. Bir yanda ton ton yeşiller, biryanda cıvıl cıvıl kuş sesleri,güzergah üzerinde dere geçişi var. Bizim ekipte yine bir heyacan, geçenler geçemeyenler ve azcık suya batanlar.Ben birkez daha kararverdim ki yaşam atölyesinde de atalarımızın ordularında olduğu gibi bir köprücü yada geçici ekibi kurulmalı.Sonuçta geçiyoruz ama buda bir öneri.Göl kenarında öğle molası klasik sucuk, ekmek organizasyonları ama burdaki fark oturacak banklar,su ,lavabo var. Sonra da gelip kamp yeri ücreti alanlar varmış, sağolasın Mehmet Gür bey.Yemek sonrası tekrar yola koyulduk. Yine orman yolu ,yine rampa güzergahımız dağyenice köyü bu arada gölet kenarında Bursa’dan bir grup, sonra ormanlık yol boyunca yine Bursadan iki ayrı grup ve günün sürprizi!. Asaf bey ve sevgili eşi Müjgan Yahyaoğlu bizi yol üzerindeki muhteşem çiftliklerinde çay molası için misafir ediyorlar. Her ikiside bağlı olmalarına rağmen arkadaşlarımızın tamamı harika birer Rod Failer olan BOY ve MAYRA adlı canavarı uzaktan yangözle izleyerek çiftlikte kendilerine birer yer seçiyorlar. Sıcak konuseverlik ,sıcak çay ,onlarca van kedisi ve muhteşem Nilüfer manzarası .Birkaç arkadaşımız Gemlik lisesinden matematik öğretmenlerine misafir oldukları için sanırım heyacanlılar. lise anları hatırlanıyor,sonra konukseverlik için teşekkür ediyoruz, sevgili ev sahiplerimiz bizi Dağyenice köyüne kadar refakat ederek uğurluyorlar .Dağyenice sonrası Misi’ye kadar 5km asfalt yol var, bazı arkadaşlar bizi almaya gelen araçlarla, bir kısmımız yürüyerek ve gerçek dağcı ve doğasever Rıdvan ve Ayhan arkadaşlarımız macera ruhlarıyla ne minübüs ne asfalt diyerek ,dağve ormana saparak inmeye karar verdiler. Ben rehber olmasam kesinlikle onları izlerdim, sonuçta Misi köyünde buluşuyoruz ve Nilüfer çayı kıyısında uzunca bir mola , bence yakın çevredeki harika dinlenme yerlerinden birisi. Nihayet akşam oluyor ve dönüş için hareketleniyoruz, üçüncü sayımdan sonra eksiksiz olduğumuzu görerek dönüşe geçiyoruz. Gemlik’te vedalar birdahaki yürüyüşte buluşma dilekleri.Teşekkürler Yaşam Atölyesi
''Sevgili Orhan Kıvanç Gemlik Yaşam Atölyesi Ailesine katkınızdan dolayı teşekkürü borç biliriz''

Everestte ki Gemlikli

Sevgili Haydar abimize yaptığımız uğurlamanın üzerinden nerde ise biray geçti ve kendisi Everest ana kamp yürüyüşünü gerçekleştirip aramıza döndü bu yürüyüş esnasında yaptıklarını ve duygularını aktardığı yazısını okumanızı ve resimleri görmenizi isterim.
Aramıza tekrar hoşgeldin


EVEREST ANA KAMP YÜRÜYÜŞ HİKÂYESİ

Gemlik Yaşam Atölyesi derneği gibi üyesi bulunduğum Zirve Dağcılık e-mail ortamına Nurcan DEMİREL imzalı bir e-mail geldi.bu mesajda Tunç FINDIK’ın Everest Ana Kampına bir traking faaliyeti planladığını ve bu yıl çıkmayı hedeflediği 8463 metrelik Makalu dağı için bir çalışma olduğunu belirtiyordu.Everest ve Tunç FINDIK ismi bir araya gelince heyecanlandım.Tunç FINDIK Dünya’da mevcut ve 8000 metrenin üzerindeki 14 dağa çıkmayı isteyen ve 4 tanesine çıkmış ünlü bir Türk dağcısı.Bu şahsiyetle beraber yürümek, O’nun anılarını dinlemek O’nunla bir çay içmek benim için şereftir.Ancak 52 yaşında olmam ve maddi nedenlerden dolayı cesaret edemeyeceğimi bildiğim için adı geçen Nurcan hanıma cevaben, mesajımda kendimi tanıttım.Bana gitmesem de bir bilgi, vermesini rica ettim.cevabi mesajda konunun bana uyduğunu ve istersem katılabileceğimi belirtiyordu.Durumu eşim Akgül BOZADA’ya açtım.Kendisi tereddüt etmeden bu işe katılabileceğimi ve ancak masraflara yetecek olan bütün paramızı verebileceğimizi söyledi.Eşimin engin anlayışı ve desteği sayesinde korka korka bu faaliyete yazıldım.Çevremde, tanıdığım herkese anlattım ve teşvik ettim.Neticede Gemlik’den Savaş AKYAVAŞ arkadaşımızda bu faaliyete dahil oldu.


1.Gün 14/03/2010
Artık son hazırlıklarımı yapıyorum,14/03/2010 tarihinde başlayacak faaliyet için her şeyi gözden geçiriyorum.Çantam çok küçük ve büyük çantayı almak istemiyorum.Ne de olsa çok ucuz olduğu söylenen Katmandu'dan eksikliklerimi tamamlayacağım.Giderken yanımda 2 kilo Gemlik zeytini götürmek istiyorum, çünkü oralarda çok kıymetli bir yiyecek.Zeytini ve bir iki parça eşyamı çantaya koyduğumda uyku tulumum dışarıda kaldı.Eşim Akgül BOZADA'nın yardımıyla uyku tulumunu çantama bağlayarak monte ediyorum.Bunlarla beraber çay,kaysı ve incir alıyorum.Çok heyecanlıyım, onlarca kez tuvalete gittim,belli ki psikolojik.Anlaştığımız gibi saat 16:30 arkadaşım Savaş AKYAVAŞ ile Solaksubaşı Camiinin önünde buluştuk.Kardeşim Deniz beni yalnız bırakmıyor, ve yürüyerek bize otogara kadar eşlik ediyor, vedalaşıp Yalova Minibüsüne bindik.19:00 Pendik vapuru için daha önce internet üzerinden yaptığımız bilet siparişlerimizi kesinleştirerek, vapuru beklemeye başladım.Vapur saatinde kalktı ve her şey yolunda.Pendik'e varınca akşam yemeği için sağa sola bakındık,ağız tadımıza uygun olduğunu düşündüğümüz kebapçıya girdik,neticede yediğimiz yemekler ağzımızda hoş bir tat bırakmadı.taksi ile erkenden Sabiha Gökçen Hava Alanına hareket ediyoruz ve dış hatlar terminaline demir atıyoruz.beklerken uzaktan daha önce tanıştığım İbrahim KAPLAN'ı görüyorum.Yanına giderek selamlaştım, İbrahim bey öyle çanta almış ki zannedersin bütün evini yüklenmiş, bir sohbetten sonra diğer ekip ile buluşacağımız alana vardık, bütün arkadaşlar gelmişti.Herkes ile ayrı ayrı tokalaştım.günün son saatleri, işlemler için içeriye geçmemiz gerekiyor, önümüzde Tunç FINDIK ve Nurcan DEMİREL biz de arkasında ip gibi uzayarak yürümeye başladık, formaliteler,işlemler....


2.Gün 15/03/2010
01:30 da uçağa biniyorum, 180 kişilik Airarabia Hava Yollarına ait A320 tipi yolcu uçağı, .çok heyecanlıyım, uçağın kalkışını, sarsıntısını ve her durumunu titizlikle izliyorum, şansa bak ki; cam kenarında değilim, yaklaşık 3 saat sonra hava aydınlanıyor, camdan görebildiğim kadarıyla aşağıyı seyrediyorum,4 saatin sonunda okyanusu aşarak inmek için aşağıya süzülüyoruz .Birleşik Arap Emirlikleri Sharjah havaalanına iniyoruz.buranın saatiyle 7:30’da (Türkiye ile 2 saat fark var.) aşağıdayız.Uçak çok güzel bir iniş yapıyor.Yine işlemler formaliteler.Bu hava alanında yaklaşık 9 saat beklemek zorundayız.içeride dolar bozdurup dirhem alıyoruz.1 dolar yaklaşık 3,68 Dirhem ediyor. bir çay 4 Dolar. Bazı arkadaşlar yeşil pasaporta vize uygulanmadığını söylüyor, grupta yeşil pasaport sahibi ben ve Handan GÖRGÜ.Sultan ALTANABUT 'da AB pasaportu taşıdığı için O'na da serbest.Hava alanında onca zaman oturmak yerine karar veriyoruz çıkmaya.İşlem yapan görevliler o kadar yavaşlar ki, hiç aceleleri yok.Başlarında ve üstlerinde beyaz entariler, kimi şişmanlıktan patlayacak gibi, acemi hareketlerle işimizi bitiriyorlar.kapıdan çıkar çıkmaz önümüze çıkan ilk otobüse atlıyoruz.5'şer dirhem bilet parası vererek biniyoruz.Otobüs klimalı, bir süre sonra şehir merkezi olan son durakta iniyoruz.hava çok sıcak,Güneş yakıyor.Sultan arkadaşımız Dubai de bir akrabası olduğunu söylüyor ve ona telefon etmek için kart arıyoruz.Kartı alana kadar 30 dakika geçiyor.Bu arada Handan arkadaşımız tutturmuş Dubai'ye gidelim diyor.Soruşturuyoruz, 30 dakika uzakta ama trafik kötüyse yol almak imkansız.Bende ısrarla olmaz diyorum, burada biraz zaman geçirelim ve yemek yiyerek dönelim istiyorum.Aksi taktirde uçağı kaçırırsam bütün hayallerim yıkılacak.İyi ki öyle diretmişim ve sonradan gidip gördüm ki biz bu sürede Dubai ye gidip gelemezdik.Neyse kartı bulduk ama Sultan arkadaşımız bir saat sonra ancak aradığı şahısa telefon ile ulaşıyor ve aradığı kişi çalıştığı için bize ulaşamayacağını belirtiyor.Ben direttim ille de deniz kenarına gidelim.arayarak sorarak deniz denilen bir iç limana gittik, öyle kirletilmiş ki mazot ve benzin kokusundan duramadık.Yemek için yer aramaya başladık, hangi lokantaya giriyorsak saat daha 11:00 olduğundan yemek vermiyorlar ancak 12:00 yiyebileceğimizi söylüyorlar.Ancak bir İran lokantası olduğunu ve onların yardımcı olacağını söylüyorlar.Oraya varıyoruz, bizi 3-5 garson karşılıyor.bizden başka müşteri yok.Baş garson olduğunu tahmin ettiğim yakışıklı bir kişi geliyor.Türk olduğumuzu anlayınca da bir iki kelime Türkçe konuşup İngilizce ile devam ederek İstanbul da çalıştığını ve bizi gördüğüne çok memnun olduğunu söylüyor.Biz de çok seviniyoruz.Bu yaban ellerde akrabamı görmüş gibiyim.Sultan arkadaşımız yemek siparişi olarak sadece salata istiyor, Ben ve Handan ise balık istiyoruz.İranlı dostumuz masayı donatıyor, servis tenceresiyle çorba, 5 çeşit salata, bir sürahi ayran, kocaman bir kap naneli yoğurt, hepsi bedava.sonuçta yiye yiye patladık,ödediğimiz para ise 130 Dirham.Yemekten sonra Dubai'ye gidelim, teklifini yine elimin tersiyle ittim ve İranlı dostum Rıza bize bir taksi çağırdı, bindik doğru havaalanı.Taksici ile İngilizce sohbet etmeye gayret ediyoruz,yanılmıyorsam Pakistan lı.Bana bir soru soruyor anlamıyorum ama tekrarında arabadaki hanımların benim eşlerim mi olduğunu soruyor ve kahkahayı patlatıyorum.Tabi hanımlar hemen büyük bir gayretle ne için burada bulunduklarını ve arkadaş olduğumuzu anlatıyorlar.Şoför bir kıyak yapıyor ve yarım şehir turu attırıyor.İtirazlar arasında erkenden havaalanına varıyoruz.çok mutluyum başıma bir iş gelmeden hedefime varmak istiyorum.
Vakti geldi , saat 17:00 bindiğimiz Airarabia Hava Yollarına ait A320 tipi yolcu uçağı başarılı bir kalkış ile havalanıyor.Karma karışık duygular içindeyim, fırtınalar kopuyor içimde.4,5 saatlik bir yolculuktan sonra yine başarılı bir iniş ile saat 21:30 Katmandu Tribhuvan Havaalanına iniyoruz.(Türkiye ile 3.45 dakika saat farkı var.) uçaktan inince çok şaşırıyorum,tuğla ile örülmüş alçak bir bina, hava da enteresan bir koku ve kirli.Buranın bir başkentin havaalanı olacağına inanmak istemiyorum. tuğlalı alçak koridorları geçtikten sonra kocaman bir salona giriyoruz. Ortada göze hoş gelen bir eşya görüntüsü yok.Resmi işlemler için oraya buraya serpiştirilmiş kağıtlar.Vize için herkes harıl harıl bir şeyler dolduruyor.Biz de evrakları doldurup kuyruğa girdik. Vize ücreti 40 dolar.Vize parası alan yetkiliye baktığınızda öyle mağrur ve yavaş hareket ediyor ki zannedersin ki Everest onun tapulu malı.Havaalanında bilgisayar ile işlem yok.İşlemler elle yazılarak yapılıyor.formaliteleri tamamlayarak dışarı çıkıyoruz.Bizi çok kalabalık hamallar karşılıyor.Çantalarımız oraya buraya çekiştiriliyor ve derken bizi karşılayacak şahıs, beklemediğim lüks Toyota minibüs ile bizi karşılıyor.Çantalarımız minibüsün bagajına aktarılıyor ve hepimizin boyunlarına bazı filmlerde gördüğümüz çiçekten kolyeler takılıyor.Ne yaman çelişki, bu sefalet görüntüler, bu duygu yüklü karşılama,karşılayan şahıs çok ince ve kibar.Minibüs dar ve kirli sokaklardan geçerek kalacağımız TİBET GEUST HAUS'a varıyor.Ana binada yer olmadığı ve yedek binadaki bölüme alacaklarını söylüyorlar ve saat 23:00 olmuş.Savaş ile bir odaya yerleşiyoruz.yataklar kirli oda dar.Ama Katmandu için yine de lüks sayılırmış.Yastığa polarımı serdim ve başımı koyarak uyumaya çalıştım.

3.Gün16/03/2010
Sabah saat 09:00 da kahvaltıdayız. kahvaltıda çok açık çay,kahve ve farklı ot çayları var.omlet marmelat,bal, ve haşlanmış karnabahar,ne olduğu belirsiz sosis var.Beğen beğen ye, ama nerede Türkiye’deki tatlar.bugün dinlenme, onun için hep birlikte marş marş çarşıya alış verişe.Bir gürültü patırtı önümüzü çeviren esnaf satıcı vs.vs. arasında o dükkan senin bu dükkan benim ha babam gezip duruyoruz.Zor beğenenler için uğraş da uğraş.Ben hiçbir şey alamadım.Eli boş döndüm.hep daha iyi ve bedava mal aradım durdum.Eldivenim, yağmurluğum,balaklavam, sabunum , şapkam ve yedek pantolonum yok.çok üzgünüm.Akşam yemeği için Katmandu’nun en güzel yerine gittik.aşka geldim bira siparişi verdim.Savaş ve Sinan’ın İngilizce bilgisine güvenerek yemek siparişi verdim.Nihayet siparişim geldi.Gör ki; neler geldi, kıpkızıl bir tavuk mu desem, 3 tavuk mu desem, akıllara zarar bir tabak.Arkadaşlara karşı mahcup oluyorum, ne oluyor yahu kıtlıktan mı çıktık.Hiç de alışık olmadığım bir sos tadı, her neyse tamamına yakınını yedim bitirdim.kahkaha gürültü patırtı arasında yemek faslı bitti, kirli otelimize çekildik.yine polarımı yastığa örterek yarın gideceğim LUKLA ‘yı düşünerek uyumaya çalıştım.


4.Gün 17/03/2010
Bu sabah kahvaltı yapmayacağız.Çok erken kalktık.Yani 04:30 da, biraz oyalandıktan sonra 05:20 de havaalanına hareket ettik.Sis ve kasvetin hakim olduğu daracık, kirli sokaklarını lüks Toyota minibüsle aşarak ilerliyoruz.Tanrım bu ne kasvet bu ne yoksulluk.Çalışkan pırıl pırıl insanlarına bu dağları verdin ama bu sefaleti beraberinde neden verdin.Bunu sorgulayacak durumda değiliz.uykularından yeni uyanmış tek tük insanlar sokakta ve bazı dükkan bozması yerlerde sanırım, gıda maddesi adı altında tatlı kızartıyorlar,görüntüyü anlatacak kelime bulamam..Nihayet vardık havaalanına, bu sefer tedbirliyiz,çantalarımızı hamallara kaptırmıyoruz . İtiş kalkış arasında havaalanı sırasına girdik.Organizasyon iyi çalışmış ve ilk uçak bizim.Çok tedirginiz, havaalanı hiç de güven vermiyor bana.Bindik bir araca, bineceğimiz pır pır diye tabir edilen, uçak grubunun olduğu yere.Grup için de şakalar birbirini kovalıyor.AGNİ hava yollarına ait 14 kişilik uçağa alıyorlar bizi.Ben dışarıda cam kenarı oturacağım diye söylenip duruyorum.İçeri girince tek sıra olması nedeniyle herkes cam kenarında, aman ne güzel.Hostesimiz kulaklarımızı tıkayalım diye pamuk ve şeker ikram ediyor.Uçak yavaşça ilerledi ve durdu.Motorları giderek artan ses tonuyla çalışmaya başladı, sanki 40 tane su pompası bir arada çalışıyor.Göz ucuyla lastiklere bakıyorum, kabak gibi duruyorlar.Eyvah diyorum , bu uçak nasıl inecek.Uçak başlıyor büyük bir gürültüyle yürümeye ve giderek hızlandı, uçtu, hayret mi hayret.Yerden 200 veya 300 metre yüksekte yavaş yavaş yükseldi.Ben sağ taraftayım,gizemli dağlar solda.Nereden bilebilirdim.Yerde ki her şeyi seçebiliyorum, köylüler çok çalışkanmış, her taraf Karadeniz de olduğu gibi taraçalınmış.Çok çalışmışlar belli.Soldakiler bağırıyor, bu Everest mi? Hocam Tunç FINDIK hemen müdahale ediyor, O falanca dağ, yüksekliği şu...ve bütün künyesini okuyor.Solda oturan arkadaşları kıskanıyorum, ben dağları göremiyorum.Pırıl pırıl bir hava, duygularımı anlatacak kelime bulamıyorum.Ben kendi tarafımdan baktığımda uçak bir tepeye vurdu vuracak gibi,bu nasıl bir doğa.Bir süre sonra her taraf dağ ve uçurum oldu, yere yakın görünüyoruz.Nurcan Demirel ile göz göze geldim.Ne yapıyor bu pilot dedim.İneceğiz galiba dedi.Korkularımız gözlerimizden okunuyor.Nereye inecek bu uçak, dağın doruğuna mı yoksa.Hakikaten iniyoruz,dağlar arasından iyice alçaldı ve büyük bir gürültü arasında bir yere indi.Hep birlikte nasıl alkışlıyoruz,görülmeye değer.İndik uçaktan, motor gürültüsünden kimse bir ey duymuyor.Sivil giyimli kavruk yüzlü bir görevli düdük çalarak bizi salona yönlendiriyor, ne manzara.Salona girdik, yine formaliteler, ama bu sefer çok gevşek.Oradan çıkıp hemen havaalanı dibindeki kahvaltı yapacağımız lodge’nin içine gidiyoruz.Kahvaltı da yukarıda saydığım çaylar ve kızarmış ekmek,yumurta marmelat,bal vs var.Grup tüm gücüyle her şeyi tüketip duruyor.Önüne geleni silip süpürüyor.Ben elimi çabuk tutuyorum, eksik malzemelerimi almak üzere sokak denilen yere fırlıyorum.Kirli yerlere uyku tulumumu koymamak için çarşaf,terlik,şapka vs vs arıyorum.Bu sefer kararlıyım karşıma çıkan ilk ürünleri alacağım.Çünkü başka şansım yok artık dağlara doğru gidiyoruz.ilk dükkanda beze benzeyen bir kumaş için metresine 4,5 dolar ödeyerek 2 mt kumaş alıyorum.Pazarlık şansı vermiyorlar.Başka bir dükkandan ihtiyacım 45 numara iken olmadığı için 44 numara terlik alıyorum.Bir dükkandan bir şapka beğeniyorum, fiyatını soruyorum.Satıcı kadın 400 rupees diyor.(5,7 dolar) ben ise elimle 300 diyorum.kadın ise sinirleniyor ve eliyle 500 diyor.Yapılacak bir şey yok gururuma yediremiyorum,almaktan vaz geçip şapkayı kadının eline tutuşturuyorum.23 yaşındaki öğrenci ve Boğaziçi Üniversitesinde ki en genç öğretmen Sinan AYDIN ile alış verişe devam ediyorum.Bir dükkana giriyoruz.Satıcı kadın bir şapka için kadın 500 rupees diyor.Sinan 2 tanesi 500 olur mu diyor.Kadın daha bir şey demeden alıyoruz şapkaları.Bana diyor ki abi ben 500 verdim tamam çıkalım.Dükkandan çıkıyoruz.İki dakika sonra yanımıza satıcı kadın ve başka bir kadın daha gelerek, şapkaların parasını eksik verdiğimizi söylüyor.Bizim grupta bir kahkaha tufanı.İbrahim Kaplan bana dönerek, abi sana yakıştıramıyorum, nasıl yaptın bunu.O şaka ve kahkaha tufanı bizi bir kaç saat oyalıyor.
Lukla 2800 metrede, başlıyoruz,bayır aşağı yürümeye, 2600 de yerleşik packding’e doğru.Saat 11:00 başladığımız yürüyüşü packding’de saat 15:00 de sonlandırıyoruz.Burası dere kenarında temiz havası olan dağlar arasında insanın içine sıcaklık veren bir yer.Güzel bir bahçesi var, oraya oturuyoruz ve manzarayı seyrediyoruz.Karşıda uçurum başında bir ulu ağaç var.Tepesinde çiçek gibi şeyler var.Arkadaşlara soruyorum, nedir bunlar diye.Sonun da çiçek olduğuna karar veriyoruz.İnanılmaz değil mi? Bu mevsimde yaban ağaç çiçek açmış.İbrahim Kaptan bana büyük bir ciddiyetle demez mi, istersen gidip sana o çiçekleri alayım.Bu dağlarda insanın böyle arkadaşı varsa sırtı yere gelir mi?.Ben de bir kahkaha tufanı ona diyorum ki, bu soğukta dereyi geçtin, peki uçurumda ki ağaca nasıl çıkacaksın.Dert değil diyor.Öğlen yemeği ile akşam yemeğini birleştiriyoruz.Yağmur yağmaya başladı.Bende bir telaş hala yağmurluğum yok.İbrahim bey yine devrede sen merak etme ben dua ederim.Yağmur gece yağar gündüz ise güneş açar.Temiz kalpli adam,dediği gibi de oluyor.Gece 21:00 yataklarımıza çekiliyoruz,derenin kenarındayım.O’nun gümbürtüsü ile uyumaya çalışıyorum.İçimde tarifsiz bir mutluluk.Kendimi bu doğanın bir parçası olarak görüyorum.Dere öyle gürültülü akıyor ki, zannedersin ki içinden içinden taşlar akıyor.O karışık hayallerle uykuya dalıyorum.

5.Gün 18/03/2010
Güzel gecenin sonunda saat 07:30 kahvaltıda buluşuyoruz.Omlet,pankek ve bol çay içiyorum.Çok mutluyum.Herhangi bir sağlık sorunum yok.Saat 09:15 de Sherpaların başkenti ve oldukça yüksek 4400 metredeki Namçe’ye doğru yola çıkıyoruz.bir süre sonra Monjo bölgesindeki Sagarmatha doğal parkına varıyoruz.(Diğer adı Everest Uluslar arası Doğal parkı).Resmi işlemler vs derken yürümeye devam ediyorum.2 saat sonra Nirvana lodge denilen dere yatağından biraz yüksekte şirin bir yerde öğlen yemeği arası veriyoruz.Her zaman ki gibi bol çay içiyoruz.Yemekte cips,patates ve yak eti yiyorum.Uzun bir aradan sonra yola devam ediyoruz.Çam ormanları arasında giderek yükselen bir patikadan yürümeye devam ediyoruz.Yollarda dev uçurumları birleştiren çelik tellerden yapılma köprülerden geçiyoruz.Trafik yoğun sayılır.Zopkiyolar ( Bizde ki katır benzemesi Yak öküzü çakması) ve insanlar yürüyor.Zopkiyoları görünce önceden tembihliyiz yolun yukarısına çıkıp yol veriyoruz.Yoksa zopkiyonun ne yapacağı belli olmaz.Şansımıza hava çok güzel, her taraf berrak,dağların bütün haşmetini görüyoruz.Uzun ve yorucu bir tırmanıştan sonra Sherpaların başkenti Namçe’ye varıyoruz.Everest beakır denilen unlu mamuller satan bir dükkana giriyoruz.Mükemmel şeyler yapmışlar.hepimiz elmalı pankek ve bol çay içiyoruz.Uzun bir dinlenmeden sonra konaklayacağımız 4440 metredeki Khumbo Rizorta yerleştik.Manzara muhteşem.Namçe dik yamaç bir yere kurulmuş ve çok güzel.Bu kadar uzak bir yere insan sırtında taşınan malzemelerle çok güzel ve 3 katlı taş binalar.Halkı ne kadar kuvvetli.Burası insanın sabrının deneneceği alanlar.Ne sabır var insanlarda tam bir arınma desem abartı olmaz.Akşam yemeği için salona indik, şirin bir yer.Bizden başka yabancı bir grup daha var.siparişlerimizi veriyoruz.Sohbet koyulaşıyor.Burada 2 gece kalacağız.İşyerini karı koca işletiyor.İkisi de çok iyi ve güler yüzlü insanlar.Akşam yemeklerimizi yine geleneksel patates ve un makarna ağırlıklı ürünlerden sipariş ediyoruz.Sabah 3880 metrede kurulu Everest Mountain View Hotel gideceğiz.Erken sayılacak bir saatte yattık.Ben hala uyku tulumunu kullanmıyorum.Çünkü tulumda kendimi hapiste zannediyorum.Yarı uyku ve yarı uyanık derken sabah oldu.Kolay değil 3440 metrede yatıyoruz.


6.Gün 19/03/2010
Sabah 08:30 kahvaltı da buluştuk. Maşallah iştahlarımız yerinde silip süpürüyoruz, bu ne iştah herkeste.Kahvaltıdan sonra dinlenme günü olduğu için zaman doldurmak için diğer adıyla Japanist otel denilen doyumsuz manzarası olan yere gideceğiz. Liderimiz Tunç FINDIK soruyor, arkadaşlar kimse mecbur değil gideceğimiz yere, ancak isteyen gelmeyebilir.Nurcan DEMİREL daha önce orayı gördüğü için gelmek istemiyor.Bu arada Ozan ERKAN da tereddütlü ve bende gelmem diyor.Son derece dik bir yokuşla başlıyoruz yürüyüşe.Bir süre sonra Ozan’ı görünce basıyorum kahkahayı. Arkadaşın canı sıkılmış ve gelmeye karar vermiş, hepimizin önünde yürüyor.2 saatlik dik bir yokuştan sonra diğer adıyla Japanist Otel denilen 3880 metrede ki otele geliyoruz .Anlatılmaz bir Everest manzarası.Bir Everest değil ki,Loutse,Ama Dablam,Kusun Kanguru,Khumbiyulo (Sperpaların kutsal dağı oraya çıkmak yasak) ve thamserku dağı, ne demeli bilmem ki 6 bin ile 8868 metreye yükselen dağlar.Bu otele Japonlar helikopter ile gelip basınçlı odalardan manzara seyreder ve giderlermiş.Biz de burada çaylarımızı kahvemizi içip bir saat dağları seyrediyoruz.Bir saatlik dinlenmeden sonra dönüş başlıyor.Yürümek daha kolay ve o gün kaldığımız lodge de 350 rupees vererek banyo yapıyorum.Temizlendim, nasıl keyif aldığımı anlatamam.Çarşıya iniyoruz.Bu sefer fazla aranmadan, bir pantolon, bir yağmurluk ve bir çift eldiveni toplam 70 Dolara satın alıyorum.Hepside taklit yani çakma.Ama olsun işimi görecek bunlar.50 yapraklı bir kolonyalı mendil ve 50 gr şampuan için yaklaşık 15 dolar veriyorum.İhtiyaçlarımı yavaş yavaş tamamlıyorum, ve hala hasta değilim çok mutluyum.Bu güzel ve karışık duygular içerisinde yatıyorum, fakat çok rahat değilim, derin uyku yok, dön sağa dön sola.

7.Gün20/03/2010
07:30 da kahvaltıda buluşuyoruz.Ekibin iştahı yerinde.Sherpamız İngilizce söylenen siparişleri anons ediyor.Sipariş sahipleri ağzı dolu veya neyi sipariş ettiklerini hatırlamadıkları için, anons uzun süre tekrarlanıyor, sonunda sahibi ortaya çıkıyor.Herkes birbirinin yemeklerini tadıyor.Bunun en iyi örneğini İbrahim bey yapıyor.Kendi yemeğini herkese ikram ediyor.üşenmeden yerinden kalkıyor ve her arkadaşına ikram yapıyor.Tabi onların da yemeklerinin tadına bakıyor.08:50 de Tengboche’ye doğru yola çıkıyoruz.Uzun bir yolculuktan sonra ünlü dağcı Sherpa Tenzig Norgey anısına yapılan tapınakta muhteşem Everest manzarası görüyoruz.Ama Dablamı seyrediyoruz ve loutse dağını fotoğraflıyoruz.Bildiğimiz gibi bu dağlara Tunç FINDIK çıkmıştı.Benim en çok etkilendiğim 6900 metredeki Ama Dablam dağına yaptığı tırmanıştı.Tamamen kar ve buz duvarı.İnsan seyrederken bile korkuyor.İnişli çıkışlı zor bir yolculuktan sonra Ama Dablam View Loodge denilen çok tozlu ve hayvan gübresinin koktuğu bir yerde kahve molası veriyoruz.Karşımızda Ama Dablam yine muhteşem.Bir süre sonra bakıyorum,bizim bazı arkadaşlarımız yolculuk yapan çok yaşlı bir grup kadınla kakara kikiri el ele kucak kuçağa fotoğraf çekiyorlar.Gülmekten yerlere yatıyorum.Ömer bey iki yaşlı kadın arasında her ikisinin boynuna elini dolamış foto çekiyor.Birinin yanın da kocası da var.O kalktı Savaş oturdu. Kadınlar başladılar savaşın yüzünü okşamaya. O kalktı, 23 yaşındaki Sinan oturdu.Yaşlı kadınlardan biri hemen onun kucağına oturmaz mı.Gülmekten karnım yırtılacak gibi.Neyse gırgır şamata bitti yola devam ediyoruz.Bir süre sonra yine tozlu gübre kokulu vadi tabanında ki Cozy Garden denilen yerde öğlen yemeği molası veriyoruz.Burası 3200 metrede kurulu.Yemek yiyip çay içiyoruz.Saat 13:00 de yola devam ediyoruz.Çok dik bir patikadan yürüyerek 3890 metrede kurulu Tengboche’ye varıyoruz.Burada çok ünlü bir manastır var.Bütün grup bir araya geldiğinde hemen manastıra dalıyoruz.Şansımıza ibadet var.Bir grup din adamı en önde,daha gerilerde öğrenci olabilecek başka din adamları,ilkel denilecek bir alete sanırım kaşıkla vurularak ritim yaratılıyor,hep beraber sözlü şeyler mırıldanıyorlar.Ara verip görevlinin getirdiği çaylardan yudumladılar,ve bisküvi gibi bir şey yediler.Duvarda dev Buda heykeli, resmi inceledim onun da elinde çay kadehi vardı, demek ki bu ibadet ona itham ediliyor.Salonun içi turist dolu.Tabi ayakkabılarımızı çıkarmışız.Bir süre sonra kendini o huşu törene kaptıran Ömer ve Nas arkadaşlarımız uyukluyor.Daha fazla kalmadan çıkıyorum ve arkadaşlar da sonra çıkıp geliyorlar.Buradan yola devam ederek, 3750 metrede kurulu Deboche deki lodgemize doğru yürüyüşe devam ediyoruz.Ormanlar arasında bir iniş.Bir süre sonra yaban keçilerini görüyoruz.Onlar da bizi görüyorlar ve aldırmıyorlar.Anlaşılan insanlar bunlara hiç karışmadıkları için kaçmıyorlar.16:20 de konak alanına varıyoruz.Burası çok güzel.Ellerimizi yıkıyoruz ve odalarımıza yerleşiyoruz.Yine uyku tulumunda yatmayacağız.Savaş la birlikte 200 er rubees vererek 2 şer battaniye kiralıyoruz.akşam yemeklerimizi yiyip bol sıvı ve çay alıyoruz.Çok güzel ve huzurlu bir uykuya dalıyoruz.


8.Gün 21/03/2010
Sabah 07:30 da kahvaltıda buluşuyoruz, her zaman ki yiyeceklerimizi istiyoruz.Yine bazılarımız ne sipariş ettiğini unuttuğundan defalarca kez bağıran seharpayı zar zor anlayarak,kabul ediyolar.08:30 da yola koyulduk.Önce dere yatağına iniyoruz,Buzbeyazı suların üzerine kurulmuş dar çelik köprüden karşıya geçerek,hatırı sayılır bir yokuşa tırmanıyoruz.Yollar çok tozlu.Buralardan on yıllar dır, yoğun insan ve hayvan yürüyüşü, soğuklar,sıcaklar ve rüzgarlarla yoldaki topraklar un kıvamına gelmiş,bu kıvamın içine zopkiyo dışkısı ve insan balgam ve tükürükleri karışınca tam bir septik oluyor.Yüründükçe bundan bol bol soluyoruz.Tabi bir süre sonra ağır üst solunum enfeksiyonları.Zaman zaman zopkiyo konvoylarına yol veriyoruz.Trafik çok yoğun.Hedef Pangboche.Burada önemli bir Lama olan Goche’nin evi bulunuyor.Tuvalet ihtiyacım olduğu için ben yine önlerden hızla yükseliyorum.Yanımda rehber sherpamız var ve eşlik ediyor.Köye varıyoruz,çok bakımsız bir köy.Sherpayı uyararak tuvalet soruyorum.Beni bir eve yönlendiriyor,hayvan dışkılarının kurutulduğu,pis kokulu kötü bir avludan geçiyor. Her tarafı kapalı bizim Anadolu misali yere tahtalar çakılmış arada kocaman bir delik ve aşağıda hayvan gübrelerinin birikmesi misali, insan pisliği birikmiş bir çukur.Tabi ben de ihtiyacımı giderip çıkıyorum.Sharpa beni geniş ve yarı karanlık odaya çıkarıyor,bizim arkadaşları görünce ben birden Dünyanın en güzel yerine geldim dedim.Hep birden bana sus işareti yaptılar.Bir baktım ki Lama Goche olduğunu tahmin ettiğim kişi ve masaya benzer bir yükseltinin etrafına oturmuş rehber 8-10 sherpa.Bizimkiler de sessizce onları izliyorlar.Lamanın elinde kocaman bir kartal tüyü, ondan ufak tefek parçalar koparıyor.Sherpaların boynunda kata dediğimiz yarı sentetik, ipeğe benzer beyaz birer atkı ve öyle bir hürmet ve saygıyla Lama’ya bakıyorlar ki.Lama başladı okumaya, arada bir duruyor ve gülüyor.Belli üst solunum yolları hasta, kocaman burnundan yeşil yeşil sümükleri akıyor.Havluya benzer bir bez ile zaman zaman siliyor,ve o havluya kocaman kocaman balgamlarını atıyor.Kutsama töreni devam ediyor, arada kısa boylu iyice yaşlanmış hafif şişman bir kadın gelerek Lamaya bir şeyler söylüyor.Lama önce aldırmadı ama kadın bir daha sorunca Lama duaya ara verip ona istediği cismi uzattı.Vay be, çok şaşırdım bir kadın duayı kestirip Lamaya isteklerini yaptırıyor.2 dk sonra Lama iyice coşmuştu ki, kadın yine geldi,bir şeyler söyledi lama ara verdi ne istediğini öğrendi duaya devam ederek kadına bir şeyler daha uzattı. İbadete gelmiş şahısların üzerine pirinç tanelerini attı ve sonrasında herkes Lama’nın önüne geldi.Lama şahısların boyunlarına kırmızı ip bağladı,başlarına ayrı ayrı muskaya benzer şeyler koydu,hepsini ayrı ayrı okudu.Bu şekilde tören bitti ve sıra bize geldi.Tunç FINDIK bu Lamayı tanıyor.Makaluya gitmeden önce onun duasını almak istiyor.Sherpa yardımcı oldu ve Tunç FINDIK’a sherpalara yapılan tören gibi işlem yaptı.Sonra biz 11 kişi o masanın etrafına oturma hazırlığı yaptık.Bize dendi ki ; bu kataların içine içinizden geçen bir miktar para koyun.Yanımda oturan savaşa ben şaka olsun diye dedim ki ben 1000 rupees vereceğim.Savaş da demez mi bende 1000 vereceğim.Başladım gülmeye ve şaka ettiğimi söyledim.Olsun ben yine de 1000 vereceğim dedi ve verdi.Masanın etrafına dizildik.Lama okudukça okudu ve üstümüze pirinç attı.Anladığım kadarıyla 1.sınıf bir kutsama değil.Çünkü Sherpa ve Tunç FINDIK’a 1. sınıf tören yapmıştı.Tek tek isimlerimizi soruyor,zar zor telaffuz edilerek o isme göre bir kağıda bir şeyler yazıyor.Sonra huzuruna kalkıyoruz ve kafalarımızı birbirimize değdiriyoruz.Böyle bir seramonide Nurcan DEMİREL öyle bir kafa attı ki eyvah dedim, şimdi Lama nakavt olacak.Küt diye bir ses.Tabi aramızda çaktırmadan bir kıkırtıdır gidiyor.Lama hepimizi kutsadı ve evden ayrıldık. Saat 12:30 da shomera’ya varıyoruz.Juneli Lodgede yemek için konaklıyoruz.Her yer toz toprak içinde.Yemekten hemen sonra saat 13:55 de Dingboche ye doğru yola çıkıyoruz.Giderek yükselen bir irtifa ile 4400 metredeki valley view lodge ye varıyoruz.Ekip çok iyi, bu akşam ve yarın akşam da buradayız. Sabah kalkınca 5100 metredeki bir tepeye çıkıp inelim teklifi var.Sonra bunun bir aklimatizasyon faaliyeti olduğu durup dinlenilmesi gerektiği ve bundan sonraki parkuru riske etmemenin daha iyi olacağı söylenerek,tepeye çıkılmaktan vazgeçildi.Yolda ayağımı burktum ve ağrıyor.Botların bağlarını gevşek tutmuştum.çok korkuyorum, ayağım şişerse ne yapacağım diye.Neyse ki Ömer arkadaşımda bu işler için önceden aldığı 3 tane kremi bana veriyor ve onları sürünce ağrım dindi, ve giderek iyileşti.Akşam yemeğinde Yak eti yedim, kaç günlük olursa olsun bıkmıştım patates ve makarnadan.Tadını çıkara çıkara yedim.Bu akşam ilk defa uyku tulumunda yatacağım, zor olacak ama yapılacak başka bir şey de yok.


9.Gün 22/03/2010
Gecem çok kötü geçmişti,belli belirsiz uyudum uyandım,burnumdan nefes alamıyorum.Ağzım kupkuru ve acı içinde.Sabahın ilk ışıklarında erkenden uyandım ve ekip daha yatıyor.Havlumu ve küçük sabunumu alarak dışarıda musluk takılmış bidondan akacak suyla yüzümü yıkamayı hayal ediyorum.Acele ile aşağı indim, ama baktım ki bidondaki su donmuş,kös kös geri döndüm.Ortalıkta yani her yerde iğrenç bir gazyağı kokusu.Tabi yakıt olarak bu kullanıldığı için öyle kokuları almak zorundayız,öyle keskin bir koku ki içeceklerimize dahi siniyor.Odama döndüm el dezenfeksiyle ellerimi ve yüzümü sildim.Salona iniyorum.3-5 turist de aşağıda ve ben de arkadaşları bekliyorum.Bugün yüksekliğe uyum günü aylak aylak oturacağız.Belki bir iki yere çıkıp dolaşacağız.Saat 11:00 de ufak bir gezinti olarak biraz yükseliyoruz.Harika bir manzara; görüş alanımızda Loutse,Peak38, İslanda peak, Chopoli, Numuri, Khurasung ,tabuche ,Kangtega,Thamserku,Ama Dablam hepsi de altı ,yedi ve sekiz binlik dağlar.Rüya gibi bir şey.4400 metredeki bu köyde insanlar yaşıyor.Uzaktan patates tarlalarını görüyorum, hayalimi ve duygularımı tarif edemiyorum.Bulunduğumuz yükseklik bir Stupa yani ibadet için veya önemli birini anmak için yapılmış tapınma yeri.Burada Nurcan DEMİREL hepimizle röportaj yapıyor,çekimi Tunç FINDIK gerçekleştiriyor.Herkesle röportaj yapıldı.Sıra Sultan’a gelince ben oradan bir laf attım.Olmadı dedim,yeniden başlayın.Bu lafa Sultan evet iyi başlayamadım tekrarlayın demez mi.Sanki stüdyoda çekim yapıyoruz,onun röportajı bitene kadar bayağı uğraştırdı.İşlerimiz bitti lodgeye iniyoruz, hava giderek sıcaklaştı ve miskin miskin geziniyoruz,oturuyoruz.Akşam yemeklerini de mideye indirdik,arada bazılarımız kağıt oynuyor.Dünün bir kopyası gibi yataklarımıza çekilerek uyumaya çalıştık.

10.Gün 23/03/2010
08:30 yola çıkıyoruz,hedef 4930 metredeki Laboche.Biraz dik ve çayırımsı yollardan yürüyerek ilerliyoruz.Bir süre sonra gübre kokuları ve toz toprak içerisindeki dik bir dere yatağındaki Dhukla+Thukla da çay molası veriyoruz.burası pek de güzel değil.Çay geliyor bardaklar çok kirli,çaylar belli belirsiz renklenmiş o kadar, adı çay.Ama ben yanımda getirdiğim memleket çaylarını atarak aromasını değiştiriyorum.Sherpa kız ve erkekler şaka adına bağırıp duruyorlar, deli taylar gibi yerinde duramıyorlar,4620 metre ve bu çılgınlık.çaylardan sonra yola devam,dik yokuştan sonra dağlarda ölen ünlü dağcılar için anıt mezarlar dikilmiş.Tabi anıt mezar yapacak parası olan aileler, gerçekleştirmiş.Parasız dağcının adı bile anılmıyor.Hüzünle onları seyrediyorum.İnsanoğlundaki bu doruklara ulaşma gayreti.Tunç FINDIK ile yolda sohbet etmiştim.dağlara sevdalı olduğunu ve çok mutlu olduğunu,dağların herkese açık olduğunu ancak gerçek çalışanların başarılı olduğunu çalışmadan zirveleri düşünenlerin sonunun pek de iyi olmadığını anlatıyor.Maddi değerlerin düşünülerek bu işlerin yapılamayacağını belirterek çok derin analizler yapıyor,hayran kalıyorum.Oysa ki herkesin maddi kazançlar ve lüks peşinde koştuğu bu ortamda kaç kişi böyle düşünüyor.İşte 11 yaşından beri dağlar ve doğa ile iç içe olan Tunç FINDIK düşünür elbet.
Sherpalanc’ daki yerlerimize yerleşiyoruz.Ben çorba içiyorum.kimimizin durumu biraz ağır.Başım zonkluyor.Sultan bir süre sonra oturduğumuz tahtadan kanepelere uzandı .Durumu pek iyi görünmüyor.Yemekten sonra karşı tarafta yükselen 5025 metredeki yere çıkalım ve oradan manzara seyredelim,fikri çıkıyor.3-5 arkadaş hariç toplam 6 kişi oraya çıkıyoruz.Manzara çok güzel,başımın ağrımasına rağmen keyfini çıkarıyorum.Fotoğraf, çekim derken işimiz bitiyor ve daha ileri ki tepede Tunç FINDIK boilder yapmak istiyor.O önde ben arkada tespit ettiği kayaya doğru ilerliyoruz.Ben arkada nefes nefeseyim, öyle yoruluyorum ki tarif edecek kelime yok.Oraya varır varmaz kendimi bir kayanın dibine atıp, oturuyorum.Tunç FINDIK çantasından kaya tırmanış ayakkabıları çıkardı ve dinlenmeden başladı kayaya dik ve yan olarak tırmanmaya.Anlayamıyorum,hangi güçle yapıyor bunları, el kuvvetiyle yapılacak şeyler değil bunlar, bu başka bir çalışmanın ürünü olmalı. 10 dakika sonra Everest’e 6 kere çıkmış baş Sherpamız Çiri çıkageldi. Tunç FINDIK ‘ı kayanın arkasına büyük bir nezaketle çağırdı. Merak ettik. Öğrendik ki Sultan sorulan sorulara cevap veremiyormuş, hastaymış ve gelip bakmasını istiyormuş. Tunç FINDIK çalışmasını yarım bıraktı ve logdeye indik.Bir baktık ki Sultan uzanmış oraya. Tunç FINDIK ona ilaç verdi ve dinlen dedi.Sonra bizden habersiz yine yarım bıraktığı işe gitmiş.Bir süre sonra Sultan kıvranmaya başladı.Herkesin oturduğu kanepeye ayakkabılarıyla uzandı ve ayaklarını havaya kaldırarak pencere pervazlarına dayadı.Sanki bilinci yerinde değilmiş gibi.Ellerim titriyor dedi ve ilaç beni kötü etti demeye başladı.Nurcan DEMİREL bir panikle Tunç FINDIK’ çağırmaya gitti.10 dakika sonra geldiler.O arada bir turist elinde bir aletle yanımıza geldi,Sultan’ın nabzını ölçtü,Sultan öyle abartıyor ki elini uzatma takati gösteremiyor.İstiyor ki herkes onunla ilgilensin.Sherpalarımzda hastanın başında.Karar verdiler Sultan’ı 4400 metredeki bir alt yerleşim alanına indirecekler.Sherpalar Sultan’ın eşyalarını yüklendiler.Artık karanlık olmuş.Onlara Tunç FINDIK da bir yere kadar eşlik edecek.Sherpalar önde Sultan arkada yola düştüler.Görünüşte hastanın bir şeyi yok, hadi hayırlısı.Biz geri Lodgeye oturduk, akşam yemeği,günlük faaliyetler derken yatağımıza girdik yeni bir güne hazırlık yapmak üzere.


11.Gün 24/03/2010
Sabah yine saat 07:30 kahvaltıdayız, tam kahvaltıya başlamıştık ki, kapıda önce sherpa Çiri ardından diğer seharpa ve arkasında Sultan.Çok şaşırıyoruz.Akşam herkes seferber olmuş bir alt yer alan dhuklaya gönderilmiş,ancak kendisi gittiği andan itibaren sherpalara erken kalkma talimatı verip yeniden faaliyete katılmaya gelmiş.Tunç FINDIK durumu nazikçe kendisine izah etti.Hayati tehlikesinin bulunduğu bu işin kurallarının ne olduğunu uzun uzun allattı.Tunç beyde ki sabır hiç kimsede yok.Bizlerde tavır koyunca bizimle gelmekten zorla da olsa vazgeçmiş göründü.Grup kahvaltıyı bitirdi ve son konaklama yeri olan Gorak Shep’e doğru yola çıktık.Saat 10:30 da 5180 metredeki konaklama yerimize vardık.Burayı hiç beğenmiyorum.Pis kokuyor ve kendimi çok halsiz hissediyorum.çay molası veriyoruz ve eşyalarımızı odalarımıza yerleştiriyoruz.Kısa bir dinlenmeden sonra Everest Ana kampına doğru yola çıkıyoruz.Toplam yürüyüş 2 saat 15 dakika sürüyor.Müthiş bir manzara yüzyılların buzulu önümüzde.Everest’in sadece küçük bir ucunu görüyoruz.diğer dağlar bütün haşmetiyle gözümüzün önünde.Fotoğraf çekiyoruz.bir taraftan da video çekimi yapılıyor.Bütün arkadaşlar toplanana kadar 30 dakika geçiyor.Evden getirdiğim Türk Bayrağı ile bir poz veriyorum.Orada bulunan yaşlıca bir Fransız kadın ve eşi bizimle tanışmak istiyor.Onlarla da bayraklı bir fotoğraf çekiyoruz.Sonra Gemlik Yaşam Atölyesi pankartı,Zirve Dağcılık pankartı ve Doğan arkadaşımızın Dünya’ya yeni gelen kızı Belen için hazırladığım pankartı Tunç FINDIK’tan rica ediyorum, beraber açıyoruz.Böylece bir dizi seramoni den sonra hep beraber toparlanıp,kalacağımız lodge ye geri dönüyoruz.Bir süre yürüdükten sonra bir bakıyorum ki, Sultan’dan boşalan sherpa kadrosunu Handan kapmış ve çantasını ona vermiş.Akşam yemek yiyemiyorum.Başım çok ağrıyor.Bir taraftan endişe içindeyim, ya gece hastalanır da kalapattar’a çıkamazsam.Düşüncesi bile beni korkutuyor.Bunca yolu yürü sonuna gelmişsin, ve hedefe varmadan geri gel.Erkenden yataklarımıza girdik, her taraf gazyağı kokuyor,daha evvelde belirttiğim gibi pişirmede gazyağı yakıt olarak kullanılıyor.uyku tulumuna girdim dışarısı buz gibi. Gözüme uyku girmiyor.Kafamın içinde davullar çalıyor,çok ağrıyor.
12.Gün 25/03/2010
Nihayet sabah oldu,kahvaltı da canım hiçbir şey istemiyor.Midem bulanıyor.Küçük bir tost parçasını ancak yiyebiliyorum.07:45 de başlıyoruz tırmanmaya.Gözüm kesmiyor.Ben bu yokuşu nasıl çıkacağım acaba.Tunç FINDIK bıraktı patikayı kendini sarp kayalıklara vurdu.Önümde Nas var, O da öyle bir yürüyor ki hayret ediyorum,bu enerjiyi nereden alıyor.Zirveye 9 kişi olarak çıkacağız.Ayaklarım yürümek istemiyor, ruhum çıkıyor.Ama diyorum ki devam et, yaklaşık 1 saatlik tırmanıştan sonra varıyorum Kalapattar tepesine.Tabi benden önce Tunç FINDIK ve Nas oradalar.Diğer arkadaşlarımızı bekliyoruz.Sırayla gelmeye başladılar.Ömer arkadaşımız orada bize ceviz içi ikram ediyor.Yanımızda renkli serçeler beliriyor.İnsanlara o kadar alışkınlar ki neredeyse ceplerimize girecekler.Onları da cevizle besliyoruz.En istikrarlı yürüyüşçümüz İbrahim bey,inişte de yokuşta da aynı tempoda tek vites yürüyor.Çok istikrarlı, helal olsun.Enerjisini doğru kullanıyor.Bütün ekip toplanıyor.Muhteşem Everest manzarası ve loutse ve daha niceleri dayanılmaz bir güzellik.Hayallere dalıyorum,bu dağların doruklarına varmak varmış şimdi.Ama benim ki hayal ötesi bir şey, giden insanlara imreniyorum, o kadar.Ekip dönüşe başlıyor ve 45 dakikada aşağıdayız.bir süre dinlenip çay içiyoruz ve durmaksızın 4278 metrede ki pherich’e.Yol çok uzun ve zahmetli.2 saatlik bir yolculuktan sonra 4950 metredeki Labuçeye vardığımızda başımın ağrısı biraz hafifliyor.Belki de hedefime varmış olmanın verdiği rahatlık.Labuçede bıraktığımız Sultanı geri dönen arkadaşlarımızca alınıp alınmadığını kontrol ediyoruz ve yola devam ediyoruz.Çay molasını yukarıda belirttiğim gübre kokulu thukla’da veriyoruz.Toz toprak içindeki masalara yayıldık.Kenarda elinde makarna tabağı olan uzun saçlı,göz ve alın çevresi kırış kırış, şakakları dışarı fırlamış, tabağından başka bir yere bakmayan ve tembel tembel makarna çiğneyen bir Tibetli görüyorum.Lodge sahibi ise şişman güneş gözlüğü takmış,fırıldak tüccar misali adamın yanında ve bir şeyler mırıldanıyor.Belli ki Tibet li kaçak mal getirmiş.Ne edip edip adamın malını elinden alıyor, tabi ben söylenip kendi kendime küfür ediyorum.Ekip toplanana kadar bekliyoruz.Bir baktım Ozan arkadaşımız yak sürüsü peşinde yavaş yavaş geliyor, seslenip çağırdık ve biraz gülüştük tabi.Hep beraber yola devam ediyoruz,Pherich’e yoluna sapıyoruz.bir süre sonra maki bitki topluluğu gibi yeşil bir örtüyle kaplı vadiye iniyoruz.içim ısınıyor,mutlu oluyorum ve memleketim geliyor gözümün önüne.Nihayet saat 17:00’de White Yak Lodgeye varıyoruz.Burası gerçekten güzelmiş,öğrendiğimiz kadarıyla sahibi üçyüzbin Dolar harcayarak yapmış,Sultan ve diger arkadaşlarımız dinlenmişler ve hala oturuyorlar.Arkadaşlar banyo sırasına giriyor,350 rupies ödeyerek 10 dakika ile sınırlı duşlarını alıyorlar.Nurcan DEMİREL biraz rahatsız ve antibiyotik ilaç almaya başlıyor.Normal saatte yataklarımıza çekiliyoruz.Biliyoruz ki yarın önümüzde yine çok uzun inişli çıkışlı bir yol var hedef Namçe


13.Gün26/03/2010
Yine kahvaltı ve biraz iştahımız yerine gelmiş gibi, yiyip içip yola çıkıyoruz.Yürümeler artık grup şeklini almaya başladı herkes kendi başına yürümeye başladı.Dik inişler ve yokuşlar toz toprak içinde.Un haline gelmiş topraklar yürüdükçe havalanıyor,doruca ağzımıza burnumuza.Zaten kötü olan boğazımla başım derde girecek. 4 kişi gelişte konakladığımız yere varıyoruz, çay içelim diye.Ne bakan var ne de soran.Biz de çantalarımızdaki sıcak sularımızı içip yola devam ediyoruz.Yolda yine zopkiyo ve Yak sürüleri, kah yol veriyoruz,bazen de fırsat bulduk mu onları sollayarak yola devam ediyoruz.Manzarayı anlatmaya kelime bulamıyorum.Tırmandığımız yokuştan aşağı baktığımızda derin vadi içerisindeki çelik köprüyü görüyoruz.Biraz daha yukarıya dikkatlice baktığımızda 2 yaban keçisini görüyoruz.Birer kayanın başına tünemiş uzaktan, kocaman bir zopkiyo heykeli gibi duruyorlar ve hiç kıpırdamıyorlar.Biz önden küçük bir grup hızlı adımlarla yürüye yürüye Namçeye giriyoruz.Sherpaların başkenti Namçe güzel bir şehir.Dik bir yamaca kurulmuş,renkli çatılı taş duvarlı evler, sanat eseri gibi.Kalacağımız lodgeye varıyoruz, sahibi olan bayan bizi sevgiyle karşılıyor.Bir süre sonra yüklerimizi getiren zopkiyolar da geliyor.Çantalarımızı odalarımıza taşıyoruz.Doyumsuz dağ manzaralı odama çıkıyorum.Üstüm başım toz içinde bir su bulup botlarımı yıkıyorum.Pantolonumu temizliyorum.En önemlisi ise sıcak duş alıyorum.Keyfim yerinde.Şehire iniyoruz,biraz tezgah karıştırıyoruz.Akşam lodgede toplanıyoruz.Karşı masalarda on kişiden fazla İngiliz grubu oturuyor.İbrahim KAPLAN’ın keyfi yerinde küçük bir rom alıyor ve ilk içkilerimizi yudumluyoruz.Uyku saatinde neşe içinde yatağımıza çekiliyoruz.Burası 4400 metre.boğazım fena ağrıyor.Burnumdan nefes alamıyorum,hafif hafif öksürük de başladı.

14.Gün 27/03/2010
Bugün gideceğimiz son yerleşim alanı 2800 metrede ki Lukla.Yol çok uzun ve hatırı sayılır bir yokuş bizi bekliyor.Boğazım çok kötü.Yine gruplar halinde yürümeye başladık.Yollarda insan seli.Belli ki Lukla ya 2 gün hava muhalefeti nedeniyle uçak seferi yapılmamış.Seferler başlayınca da uçaklar akşama kadar insan taşımış.Everest’e çıkmak isteyen ekspedisyonların faaliyeti çok yoğun.Uzun bir inişten sonra vadi tabanında şirin bir yer olan Mirvana lodgede çay molası veriyoruz.Bütün ekip bir araya geldik.herkesin neşesi yerinde.Kısa bir süre sonra doğal park alanı dışına çıkmış olacağız.Bir müddet daha yürüdükten sonra yine vadi tabanında öğlen yemeklerimizi yiyoruz.Durmadan yola devam ediyoruz, yine gruplar halinde.Yokuş çok fena ama, kimin umurunda gaza basıyoruz.Bir yerde ben iyice kopuyorum.Yanımda sherpa Rincin.Genç bir çocuk ve bana eşlik ediyor.İşi abarttım önümde giden grupları hızlı hızlı solladım.Solladığım 3 kişilik bir genç grubu anlamadığım bir dille arkamdan konuşuyorlar.Böylece 10 dakika yürüdükten sonra karşımda tak şeklinde Lukla kapısı göründü.Neredeyse merdivenle çıkılacak kadar dik bir yerde.Arkamda bir gürültü ve bir baktım ki o üç genç koşarak beni geçtiler ve kapıya benden önce girdiler.Ama sonra yorgunluktan neredeyse yerlere yatacaklar.duvarlara yaslanıp durdular.Ben yoluma devam ettim.Kalacağımız lodgeye vardım.Hemen zencefil çayı istedik,neredeyse 6 bardak içtim.Böylece kendime gelebildim.Şehre girişim 15:50. Bir saat içerisinde herkes geldi ve yeni odalarımıza yerleştik.Yemek başlamadan, Ömer bey Ozan bey,İbrahim bey ve Ben bir kaffede bira içtik.Bir süre sonra bize Tunç FINDIK da iştirak etti.çok az içtik ama kafalar çok hoş.İbrahim bey bununla yetinmedi.Bir dükkandan küçük bir rom aldı.Onu da akşam yemekte içtik.Boğaz ağrım olmasa keyfim tam yerinde.Namçe de gördüğümüz İngiliz ekip de aynı lodge de durmaksızın bira içiyorlar ve neşe içinde sohbet ediyorlar.Normal saatimizde yataklara çekiliyoruz.Yarın uçakla Katmandu ya döneceğiz.


15.Gün 28/03/2010
Ekibi kaldırma görevini Sultan üstlenmiş.saati ileri olduğu için hepimizi 04:30 kaldırmış.kahvaltı yapmayacağız ama çay içeceğiz.Sultan duvarda ki saate bakarak bunların saati yanlış insanı yanlış yönlendirirler.Saatleri kontrol ettik ki Sultan’ın saati 30 dakika ileri,gülmekten yerlere yıkıldık.05:45 de havaalanında olduk.yerinde kaldığımız lodgenin sahibi uçuş işimizi organize ediyor.2. uçak için biletleri verdi bize.Tabi 1. uçağı İngilizler için ayarlamış.1. uçak gitti, bizim Agnı havayollarına ait pırpır uçağımız gelmez bir türlü.Dağların doruklarında bulutlar belirmeye başladı.Beni bir telaş almaya başladı, bulutlar yoğunlaşır da uçamazsak.Bir gün daha Lukla da kalmaya tahammülüm yok gibi.uzun bir bekleyişten sonra uçağımız geldi.Kalkış pisti öyle enteresan ki burada anlatamam.Pistin bittiği yerde dev uçurumlar başlıyor.Uçak kalktıktan sonra karşısında öyle yüksek bir dağ silsilesi var ki, insan bakınca korkuyor.Yani uçağa hiç hata yapma şansı vermiyor.Uçağımız yeri göğü inleterek başladı yürümeye bağıra çağıra tam pistin başına geldik, belki 2 metre daha gidecek saha yok ancak havalandı.Belki hep böyle oluyordur ama insanın ödü kopuyor işte.yavaş yavaş havalandı. Tunç FINDIK anlatıyor ve önümüzde 2 geçit daha var diyerek vs bilgiler vermeye başlıyor.hava bulutlu uzakta dağları göremiyoruz.ve nihayet altımızda Katmandu.Uçak inince yine alkışladık.Bu sefer aramızda konuşuyoruz, her önümüze gelen hamala yüklerimizi vermeyelim.Çünkü bizi Tibet Guest Haus yetkilileri karşılayacak.Dediğimiz gibi oluyor ve bizi karşılıyorlar.Hap beraber lüks sayılabilecek Toyoto minibüsle otelimize yöneliyoruz.Otel yetkilileri önden giren arkadaşlarımıza yine 2. ek binede kalabileceğimizi ve yerlerinin olmadığını belirtiyorlar.Ancak Tunç FINDIK devreye giriyor ve saat 14:00’den sonra esas otelden yerler alabileceğimizi belirtiyorlar.


16.-17-18.gün
Bu bölüm dinlenmede ve uçağı bekleme aşaması olduğu için tolu olarak yazmak istiyorum.Sabah işsiz güçsüz insanlar gibi kalktık, ikişerli üçerli gruplar halined kahvaltıda bir araya geldik.Bu arada Ömer,Ozan,Nas ve Sinan’dan oluşan en hareketli grup, biraz gizli birazda hızlı bir şekilde gezi planlarını yaptıklarını ve diğer arkadaşları pek de yaklaşmak istemediklerini anlıyorum.Çok hızlılar.Kaş ile göz arasında bir gezi programı yapmışlar ve bir yerlere gidecekler.Doğrusu pek de ilgimi çekmiyor. Ben buraya Everest için geldim.Gerisi altın suyunu da içirseler bana bir şey ifade etmiyor.Oda arkadaşım Gemlik’li Savaş AKYAVAŞ bir safari programı için kayıt yaptırmış ve çok heyecanlı.Bana diyorki benim gideceğim yerde eğer yanlış hareket edersem ya bir timsahın midesinde ya da bir gergadanın boynuzlarındayım.Fil sırtında safarideyim.Çok heyecanlı.Ne de olsa genç, yakışıklı dağcı ve güçlü bir genç.Ben tebessümle karşılıyorum.Kendi adıma diyeyim, Katmandu da aylak aylak dolaşıyorum.Manisa Tarzanı İbrahim kaplan 5 katta ve çok güzel bir balkonu var.Rengarenk çiçekler içinde daraldığımda kendimi oraya atıyırum.Beraber çarşıdan, küçük bir viski ve çerez aldık.Onu afiyetle mideye indirdik.ancak bir süre süre sonra İbrahim bir hastalandı.Ağzı burnu sümük içinde.Masalarda kağıt peçete bırakmıyor.O hastalanınca içki de bitti ve muhabette.Yalnız başıma kala kaldım.Zamanı gelse de Ülkeme gitsem. Bu arada İbrahim biraz iyileşti.Ben,İbrahim ve Ozan arkadaşımız Hindu’ların ölü yakma tapınağına gitmeye karar verdik.Dediğimizi yaptık ve bir otomobil kiralayarak gidiş dönüş 9 dolar olmak üzere anlaştık ve gittik.Kapıdan girdik ve görevliler bize kişi başına 7 dolar tutarında birer bilet verdiler.Katmandu şartlarında bu bir servet.Yanımıza biz istemeden bir rehber takıldı.Yüzünde oluşan cilt bozukluğuna kutsal kımızı boya sürmüş ve tarzanca İngilizcesiyle bir şeyler anlatıyor.Ben az buçuk anlıyorum.Ama yanımda Aslan gibi elektronik mühendisi Ozan ERKAN var.Bana anında çeviri yapıyor.Tapınaklarını anlatıyor.Sonra ölü yakma işine giriyor.tam o anda yakılmaya hazır ölüler var.Ben daha önce böyle bir sahneyi seyredeceğimi zan etmiyordum.Rehberin anlatımına göre Hindu inancında çoçukların ve hamilelerin yakılmayıp gömüldüklerini ancak diğerlerinin ise günahlarından arınmaları için yakıldıklarını bilgilerini veriyor.Ve bu inançta kast sisteminin olduğunu zenginlerin, orta hallilerin ve fakirlerin yakılma yerlerinin ayrı olduğunu anlatıyor.Şansa bak ki, gittiğimizde en yoksul ile zengin kişinin yakılma töreniyle.Yoksulu yakından izledim.Altına dev kütükler yerleştirilmiş ve üstü dazlıklarla kaplı bir ceset.Etrafında yanılmıyorsam üstü çıplak iki erkek (oğulları olmalı) cesedin etrafında 3 kere dolandılar.Sonra yakmakla görevli şahış,cesedin üstündeki sazlığı açtı.bu bir kadın.Saçları düzgün taranmış ve alnında işaretler var.yakmakla görevli şahış yanan meşale misali ateşi kadının ağzının üstüne koydu.o arada çocuklarından biri kadının ayaklarını öptü.Atş iyice harlandı ve görevli şahış atesin üstüne sazlıları koydu.Bu ölü tam 4 saat yanacakmış kül olana kadar.Bir baktım ölünün hemen altında dere içinde 2 çocuk bir şeyler karıştırıyorlar.suyun içinde ölülerden kalma altın diş,kolye vs elementler arıyorlarmış.Manzara anlatılmaz.Hiç kimse çocuğunu o et ve kül kokuları içinde oynaşmasını istemi.
Bu ve benzeri olaylar yaşayarak, 02/04/2010 yılında Güzel Ülkeme geri döndüm.Bir gerçek daha anladım ki, benim Ülkem bir başka güzel.Emsali bulunmaz.Yeter ki soyguncusu,talancısı olmasın.Hayatımda çok önemli olan bu sportif geziden kendi adıma çok şeyler çıkardım.Arındım, İnsan ve doğa kıymetini daha iyi anlıyorum, tek dileğim şartlarım elversin yeni kıtalarda yeni şeyler göreyim………..