Gemlik Yaşam Atölyesi Derneği Sezonu Aktoprak – Keramet Yürüyüşü İle Açtı





Gemlik YaşamAtölyesi Derneği Sezonu Aktoprak – Keramet Yürüyüşü ile Açtı


Daha yaşanılabilir bir Gemlik hayali olanların bir araya geldiği, sosyal vekültürel çalışmalar yapan bir derneğin üyeleri olan bizler, dürüst, samimi, düzgüninsanların şikayet etmek yerine, kendi yerelinde güzelliklerin var olması içininisiyatif almaya gönüllü oldukları büyük bir aile olma yolunda 3. Yılımızıdoldururken Gemlik Yaşam Atölyesi Derneğinin Lokomotifi olan Doğa sporlarıAtölyesinin 2011-2012 yılı faaliyet çizelgesini hazırladıktan sonra sezonun ilkyürüyüşünü gerçekleştirmek üzere duyurumuzu yaptık ve afişlerimizi Gemlik inmuhtelif yerlerine asarak faaliyetin gerçekleşeceği günü sabırsızlıklabeklemeye başladık çünkü parkur hem yeni bir parkur hem de Gemlik’e sınırı olanyerleşim yerlerinin içinde olan Yalova Altınova ‘ya bağlı Aktoprak Köyünden ilinin Orhangazi ilçesine bağlı Keramet köyüne yaklaşık 12kmlik bir parkur idi. Keramet köyü ismini uzun yıllar önce yaşayan isimli bir evliyadan almaktadır. Köklü bir tarihe sahip olduğu gibiçok farklı uygarlıkların yaşamış olduğu bir yerdir. Gerek tarihi, gereksecoğrafi özellikleri bakımından dünyanın en güzel yerlerinden birisidir. Birçokhastalığa iyi gelen şifalı su kaplıcası (ılıca) vardır. Bu kaplıcanın suyunun kükürtlü olmasınedeniyle yörenin en güzel zeytinleri burada yetişmektedir. Kaplıcanınetkisinden dolayı da dünyanın en iyi zeytinlerinin yetiştiği söylenmektedir.Köy meydanında yaklaşık 600-700 yıllık olduğu tahmin edilen tarihi çınarağaçları vardır. Ayrıca Keramet köyünün bir mahallesi olan Selimiye (eskiismiyle Ayvalıca) yaylası mevcuttur. Keramet köyünde Marmara İklimi etki alanı içerisindedir. Özellikle Ayvalıca yaylasında yazları oldukça serin, kışları ise oldukça çetingeçmektedir, köy etrafı yeksek dağlarla çevrili olduğu için fazla yağış almamaktadır.
Keramet köyü; Yörük, Boşnak,Muhacirin, Melez olmak üzere birçok milletten oluşmaktadır. Nüfusun büyükçoğunluğunu Ayvalıca yaylasından gelmiş olan Yörükler oluşturmaktadır, tarım ve hayvancılığa dayalı ekonomik yapıya sahip olan köyün özellikle en büyük geçim kaynağı zeytindir.Yazları ise sebze ekimi yapılmaktadır. Ayrıca sıcak su kaynağı olan Ilıca'sıile de ünlüdür. Pek çok derde deva olan ılıca, son senelerde yerli ve yabancıturistlerin ilgisini çekmektedir.


Yukarıdaki son cümleden de anlaşılacağı üzere bizim de hedefimizde bu ılıcayı görmek vedoğa sporları atölyemiz ile paylaşmak vardı, neyse ki 02.10.2011 pazar günü hafta içerisinde ki havaya inat yürüyüş için oldukça güzel bir hava vardı ve bizi çok mutlu etti. Pazar sabahı 08.30’da yürüyüşe katılacak grupla birlikte iskelemeydanından hareket ettik. Araçta yine her zamanki gibi yürüyüşte rehberlikedecek olan Ünal Özbostanlar yürüyüş planı ile ilgili bilgiler aktardı. 1,5saat sonra yürüyüş başlangıç noktamız olan Yalova’nın Aktoprak Köyüne ulaştık.5 dakikalık hazırlığın ardından 10.05 te hafif eğimli patika yoldan yürüyüşümüzbaşladı. Patika yolun hemen solunda akan dere sonbahar mevsiminde olduğumuziçin oldukça azalmıştı. Eğim kimi yerlerde biraz artsa da genelde hafif eğimlibir patikayı izliyorduk. Yaklaşık 1,5 saat sonra öğle yemeğimizi de yiyeceğimizİznik gölü manzaralı alana ulaştık. 5 dakika önce rüzgârdan eser yokken gölügören yamaca geldiğimizde rüzgâr kendini hissettirmeye başlamıştı. Hattaüşüdüğümüzü bile söyleyebilirim. Karşı tepeleri de gören İznik gölü manzarasıgörülmeye değerdi. Bu manzarayı görüp de fotoğraf çekmemek olmazdı tabii ki.Öğle yemeğimizi İznik Gölü manzaralı alanda afiyetle yedikten ve bir süre dinlendikten sonra varış noktamız olan Keramet Köyüne doğru yolaçıktık. Toprak yoldan İznik Gölü ve Keramet Köyünü seyrede seyrede tepedeninmeye başladık. Keramet Köyü göle yakın ve düz bir ova üzerine kurulan şirinbir köy. Köyün etrafı zeytin ve meyve bahçeleri ile dolu. Köye vardığımızdasaat öğleden sonra ikiyi gösteriyordu. Köy kahvesinde keyif çaylarımızıyudumlayıp sohbet ettikten sonra köye yaklaşık 1 km mesafedeki kaplıcaya gitmekiçin hareket ettik. Saat 14.45 te kaplıcaya varmıştık. Etrafı ağaçlık olan açıkhavuz şeklin bir kaplıca karşılıyor bizi tabii ki hazırlıklı gelenler kaplıcayagirdiler ve biz de havuzun etrafındaki ahşap masalarda oturup çaylarımızı içipsohbet ettik. Saat 15.45 ‘te Gemlik’e dönmek üzere minibüsümüze binerekkaplıcadan ayrıldık.


Yaptığımız ve yapacağımız faaliyetler de doğa ile bütünleşik ve barışık olma yolunda yeni faaliyet alanları eklemeye çalışırken derneğimiz üyelerinden Sayın Murat Genç ve Haydar Bozada bir yaşam tarzı olarak benimsediği Dağcılık sporu ile ilgili bilgileri yaklaşık 2 aylık bir eğitim programı ile Doğa Sporları Atölyemizden eğitimlere katılmak isteyecek olanlara aktaracaklarını belirterek etkinliğimize son verdik.


Daha yaşanılabilir bir Gemlik hayali olanları bir araya toplayarak daha da faydalı Atölye çalışmaları yapmak istemekteyiz sizin de bizim ile paylaşmak ve yapmak istediğiniz Atölye çalışmaları var ise bizim ile irtibata geçiniz.









adreslerinden geçebilirsiniz

Haydar Bozada Klasiği





SÜPHAN DAĞI (4059 mt)VE AĞRI DAĞI (5137 mt) FAALİYETİ

Yine Ağrı Dağındayım, ama bu kez önce Türkiye’nin 3. Yüksek dağı olan Süphandağı’na tırmanacağım.Süphan çok önemli bir dağ. Adı nereden geliyor dersiniz, Tanrı’dan, O’nun 100 adından biri. İşte O dağa da gideceğim için
Gemlik Yaşam Atölyesi gibi üyesi olduğum Zirve Dağcılık ve Doğa Sporlar Kulübüne bu işi organize eden hocam Murat Akay’a teşekkürlerimi sunuyorum. Planlama Mayıs/2011 ayında başladı. Önceden ucuz olur diye Pegasus firmasından biletimi ayırıyorum. Bursa’dan arkadaşım Nurihan Akıncı ‘da bu faaliyete katılmak istiyor, büyük bir memnuniyetle kabul ediyorum.06.08.2011 tarihi saat 10.00’da Sabiha Gökçen Hava Limanından kalkacak uçağa yer alıyoruz Günler öncesi hazırlıklarımızı yapıyoruz. Üç ay çabucak gelip geçiyor. Pegasus firmasının Bursa’dan 05.00 de kalkacak aracında yerimizi ayırıyoruz. Ben arkadaşımı Gemlik’te bekliyorum. Saat 05.30’da aracımız geldi. Büyük bir heyecan ve neşe içerisinde otobüse biniyorum. Yaklaşık iki buçuk saatte Sabiha Gökçen Hava Limanındayız. Bilet alma işlemine bir hayli zaman var. Nurihan arkadaşımı tembihliyorum, bilet alırken pencere kenarı alalım diye, bize bilet kesen görevli sadece bir kişiye pencere kenarında yer vereceğini söyleyip, biletlerimizi kesiyor, şansa bak ki pencere kenarını bana veriyor Güvenlik kontrolünden geçerek, uçağa biniyoruz. İlk anda uçak bize eski ve sıkışık gibi geliyor. Saat 10.06’da havalanıyoruz. Her zaman ki seremoni yaşanıyor, hostesler yolculara yardımcı olup, genel olarak kemer kullanımı vs. konusunda yayınlar yapılıyor. Planlandığı şekilde bir saat kırk beş dakika sonra Van hava limanındayız. Sabiha Gökçen Hava limanından sonra Van hava limanı Nepal hava limanını andırıyor. Dış duvarları alçak ve sıvasız tuğlalarla örülü, Türkiye’ye yakışmayan bir görüntü, hayret ediyorum, bu tuğlaları sıvamak çok mu zor bir iş. Çantalarımızı beklerken Murat hocamı arıyorum, kendilerinin ekibiyle birlikte halen İzmir’de olduklarını ve yaklaşık 3 saat sonra Van’da olabileceklerini söylüyor. Gözüme 2 turist takılıyor. Sırtlarında çantalar, atletik yapılı bir çift. Önceden rezerve edilmiş İskele Öğretmen evine yerleşmek üzere bir taksiye biniyoruz.Sürücü genç biri, millete kızıp duruyor, köylere geri dönememeleri nedeniyle kızgın ve Tansu Çiller’e de kızıyor, onun köyleri boşalttığını ve milletin tembelliğe alıştığını, para verilmelerine rağmen köylerine dönmediğinden bahsediyor. Her taraf şantiye alanı gibi, belediyenin çok iyi iş yaptığını ve milletin çok memnun olduğunu söylüyor.

Buraya 2010 yılı Ağustos ayında gelmiştim, o zaman Van ili gözüme daha küçük ve kirli görünmüştü. Şimdi çok değişmiş ve gerçekten şaşırıyorum, ortalıkta toprak yol kalmamış, etrafta modern binalar ve hareketli bir ortam var. Ülkem adına seviniyorum, Ülkemizin en ücra köşesi de olsa bir gelişme içerisinde, Gemlik ilçemizi düşünüyorum, yine kederlenip, üzülüyorum. Bu ilçe hiçbir zaman doğru yönetilmemiş, her tarafı çarpık yapılaşma, sokakları dar ve lağım kokulu, pislik içerisinde, alt yapı diye hiçbir şeyi olmayan, her gün denizini kirletip, bu kirli denizde tutulan balıkları afiyetle yenilen ve lağım gibi denizine girilen bir yer. Taksici Türkiye’nin en uzun ve Dünya’nın 3.en uzun caddesi olan İskele caddesinde ilerliyor. Bir süre sonra İskele Öğretmen evine varıyoruz. Görevli odamızı gösteriyor. Çantalarımızı koyup arkadaşlarımız gelene kadar karnımızı doyurmak üzere sokağa çıkıyoruz. Bir minibüse binip şehir merkezine gidiyoruz. Van’da Ramazan ayında açık lokanta bulmak neredeyse imkânsız. Bilinçsizce sokaklarda ilerliyoruz, kime açık lokanta sorsak “ Valla görmemişiz” diyorlar. Baktım üzerinde kahve yazan ve önünde yer kürsüsünde oturan bir kaç kişi var onlara doğru yönelerek, lokanta soruyorum.Biraz yaşlıca olanı bize “ buralarda açık lokanta yoktur. Gidin marketten bir şeyler alın hotelinizde yiyin, siz yabancısınız, dışarda yemek çok tehlikelidir” diye sıkı sıkı tembihliyor. Biz de o adamın dediğini yapıp markete giriyoruz, peynir, domates, salatalık ve meyve alıyoruz, dışarıda da bir pide alıp, doğruca öğretmen evinin yolunu tutuyoruz. Odamıza çekilip, bir güzel karnımızı doyuruyoruz. Meyve yiyecek halimiz kalmıyor. İkimizde yataklarımıza uzanmış, tilki bayıltması uyuyoruz. Bir süre sonra telefonum çaldı, arkadaşlarımız gelmiş, aşağıya indik, gelen 19 kişiden çok azını tanıyoruz. bu grup içerisinde hava alanında gördüğümüz turist çiftte var. Grubun içerisinde Hakan ARSAN hocamı görüyorum, çok mutlu oluyorum. Hakan hocamın bende çok emeği var. Turist çift Hakan hocamın misafirleriymiş. Bu grupta daha önceden tanıdığım Doktor Mehmet Atilla BARAN ve Orçun arkadaşımı görüyorum. Herkes karşılıklı sohbet tanışma derken ortalığı bir gürültü kaplıyor. Murat hocam programı söylüyor. Bu öğleden sonra için, Van kalesi gezilecek, daha sonra mesire yerinde semaver çayı içilecek, Akşam yemeği için Hisar ev yemekleri lokantasına gidilecek ve son olarak, göl kıyısında çay içilecek. Bütün faaliyetimiz boyunca bizleri taşımak üzere İbrahim kaptanın kullandığı bir midibüs var. İbrahim kaptan Van’lı ve her Van’lı gibi yardım sever mütevazi bir insan. Programa göre her kes aç olduğundan Edremit’e gidilecek ve orada göl kenarında köfte yenilecek, daha sonra kale gezisi yapılacak. Kısa sürede toparlanıp belirlenen yere varıyoruz. Lokanta Göl kenarında çok güzel bir yer. Siparişler önceden verildiği için oturur oturmaz yiyecekler önümüze geldi. Ayrıca etsiz çiğ köfte sundular. Yeme içme faslı bitti ve programı uygulaya başlamamız lazım.

Van Kalesine doğru giderken Murat hocamız, bu en eski yerleşim alanı ve Urartuların başkenti TÜŞBA’dan bahsediyor, göz alıcı tarihi yapıları izliyoruz. Kaleye tırmanıyoruz, buradan güneşin batışını seyredeceğiz. Herkes fotoğraf çekiyor. Güneş batınca kalenin altında bulunan çay bahçesine gidiyoruz. O kadar çok sivrisinek var ki, bize nefes aldırmıyorlar, işyeri sahibi de bunu bilerek sinekler kaçsın diye semaverden duman çıkarttırıyor. Dumana mı katlanacaksın sineğe mi bilemiyorum. Daha fazla dayanamayıp, kalkıyoruz. Göl kenarına gitmek üzere aracımıza biniyoruz. Herkes şen şakrak neşe içerisinde sohbet ediyor. Gittiğimiz yer, birkaç kafenin yan yana bulunduğu sahili olan, hoş bir yer. Kafenin birinden çok yüksek sesle Ahmet Kaya’nın müzikleri çalınıyor. İftarını açmış insanlar, öbek öbek sahile akın ediyorlar. Batı illerimizdeki sahiller gibi. Bana en enteresan gelen husus ise gölün kenarına kadar gelen demir yolu. Daha önce okumuştum, İran’a kadar giden trenin Tatvan ile Van arasında, feribotta yolculuk yaptığı yönündeydi. Şimdi gözlerimle gördüm ve çok ilginç geldi. Sahilde hep beraber semaver çayı içiyoruz, Buralara ilk defa gelmiş Nurihan arkadaşım gibi kişiler büyük bir hayret ve hayranlık içericinde olayı anlamaya çalışıyorlar. Saat 23.00 sularında yatmak üzere ayrılıyoruz.

7 Ağustos sabahı saat 07.00 de kahvaltıda buluşuyoruz. Kahvaltımızı yaptıktan sonra kocaman çantalarımızı aracımıza yükleyip koltuklara kuruluyoruz. Hedef Süphan Dağına gitmek için ana kampın bulunduğu Kışkılı köyü. Aracımız gölün boynuzunu dolaşacak, önce Erciş’e varacak burada çay kahve molası verilecek ve kampa hareket edecek. Erciş’e yaklaştıkça güzel yapılar ve insan eliyle yeşillendirilmiş bir manzara ile karşılaşıyoruz. Bu güzelliğe Van gölü eşlik ediyor. Şehir merkezinde arkadaşlar kampta yiyecekleri malzemeleri temin ediyorlar. Kampta su olmadığı için herkes yeterli miktarda su da alıyor. Şehrin biraz dışında aracımız bir petrol istasyonuna giriyor. Ben de bu duraklamadan istifade ederek, geçtiğimiz yerlerin notlarını tutmaya çalışıyorum. Çantamdaki kalemin kırılıp mürekkep döktüğünü görünce bir kalem temin etmek üzere petrol istasyonundan sorumlu şahsın odasına girdim. Bana büyük bir nezaketle kullandığı kalemini verdi, tanışmamızda bu şahsın, BJK spor kulübü yöneticilerinden Haşmet KÜRÜM ’ün kuzeni Muammer Nefi KÜRÜM olduğunu öğreniyorum .BJK taraftarı olduğum için ayrıca seviniyorum. Hazırlıklarımızı tamamlayarak, hep beraber aracımıza doluştuk, Kışkılı köyündeki kampa varmadan son kez ihtiyaçlarımızı gidermek istiyoruz. Erciş ilçesi sınırları içerisinde göl kenarında bir dinlenme tesisine gidiyoruz. Göl kenarında ki bu tesis biraz bakımsız da olsa şirin bir yer. Servis çok kötü, arkadaşlarımızdan bazıları göl kenarına indi bazıları da masalara oturarak sohbet ettiler. Fazla oyalanmadan buradan da kalkıyoruz. Erken denilecek bir zamanda kışkılı köyündeyiz. Köy 1800 metrelerde göl ve Van manzaralı, toz toprak içerisinde stabilize yol ile gidilen bir yer. Köyde bizleri küçük çocuklar ve birkaç şahıs karşıladı. Köyde o kadarçok küçük çocuk var ki çocuk parkında sanırsınız kendiniz. Bu çocukların önemli bir kısmı gözlerinden rahatsız. Doktor arkadaşım, Mehmet Atilla bey, ilk yardım çantasından damla çıkararak hasta çocukları tedavi etmeye başladı. O kadar gönüllü ve içten yapıyor ki hayran kalıyorum.Köyün muhtarı bizi traktörüyle kamp alanına götürecek, önce bütün çantaları römorka yerleştirdik, ardından on kişi bu çantalarla birlikte römorka bindik. Traktör yolculuğu çok kötü ama muhtar o kadar yavaş sürüyor ki ortalıkta toz yok.20 dakikalık bir sürüşten sonra kamp alanındayız. Kamp alanı çok güzel,hakim bir tepede ve göl manzaralı. Muhtar diğer arkadaşlarımızı da kamp alanına getirdi. Ben her zamanki gibi hızlı hareketlerle çadırımı kurmaya başladım, kurma işi bitip de eşyalarımı yerleştirince uyku tulumumun olmadığını fark ediyorum. Tam bir şok yaşıyorum. Bu unutkanlık kış şartlarında olsa insan hayatına mal olabilecek bir hata. Kendime hayret ediyorum, böyle bir hatayı nasıl yaptım. Onu da anladım, bu sefer yüklerimizi katırlar taşıyacağı için hurç diye tabir edilen bir çanta ve küçük sırt çantasıyla geldim. Bu değişiklikten dolayı, en önemli ayrıntıyı kaçırmışım. Bu gece hava güzel, giysilerimle çadırın içerisinde yatabilirim ama Ağrı dağında ki kamplarda asla. Doğu Beyazıt’ta yaşayan, yeğenim Sonay’ı arıyorum, kendisi bana dayı merak etme ben uyku tulumunu temin eder ve Doğu Beyazıt’ta kalacağınız Hotel Ortadoğu’ya bırakırım diyor. Çok rahatlıyorum ama bir taraftan da bu önemli unutkanlık karşısında kendimi çok aptal görüyorum. Bazı arkadaşlarım bu durumuma şaşırıyor bazıları da eşyanın nasıl toplanacağına dair akıl veriyor.16 yaşındaki genç dağcı Yarkın arkadaşım, gece üşümemem için kaz tüyü ceketini verdi. Herkes çadırlarını kurdu, gruplar halinde toplanarak, akşam yemeği niyetine bir şeyler yiyoruz. Murat ve Hakan hocalarımız yarın ki faaliyet için bilgilendirme yapıyorlar. Sabah saat 02 de uyanıp, saat 03 de yürümeye başlayacağız. Onun için herkesin erken yatması gerektiği, yanlarına almaları gereken giyim, yiyecek ve içecek gibi eşyalarını akşamdan hazırlamaları isteniyor. Nurihan arkadaşım, bivak da yatacak, bivak bu kamp alanı için belki uygun ama Ağrı Dağı için çok zor olacak. Saat 20.00’de herkes çadırında uyumaya çalışıyor. Nurihan’ınbivakı benim çadıra bitişik, akşam rüzgarıçıkmış, Nurihan’ınbivakı rüzgarda acayip hışırtı çıkarıyor.Ama hiçbir şey güzel uyku çekmeme engel olamıyor. Kurulu telefonum, çaldı planladığım gibi yavaş hareketlerle, çantamı hazırladım, giyindim ancak tüm tembihlere rağmen ağzıma bir lokma bir şey koymuyorum. İşim bitti ve çadırın kapısından arkadaşları izliyorum. Soma’dan Recep Güler arkadaşım, beraber hareket ettiği gurup arkadaşlarıyla yüksek sesle yiyecek alış verişi yapıyor. Hepsinin ellerinde kocaman lavaş ekmekleri, bir taraftan atıştırıyorlar bir taraftan da dağa ne kadar lavaş ekmeği lazım Recep arkadaş o işi organze ediyor. Yüksek sesle gülmemek için kendimi zor tutuyorum. Hazırlıklar tamamlandı, grup hocalarımızın komutuyla yola koyuldu. Kafa lambalarımızla karanlıkta uçuşan ateş böcekleri gibiyiz.

Murat hoca rehber ve önde, artçı olarak Orçun arkadaşım görev yapacak, Grup sorumlusu olarak Hakan hoca görev yapıyor. Avusturyalı çok hızlı ve güçlü ki daha şimdiden bizim yavaş gurumuzla yürüyemeyecekleri belli. Bizim gurup çok yavaş, içimizde hızlı arkadaşlar var, ancak genelinde çok yavaşız. Zeybek oynar gibi yükseliyoruz. Bir adım ileri, mola yine devam. Hakan hoca yine talimatlarını sıralıyor, arada 2 metre açıklık istiyor, kimsenin birbiriyle konuşmasını istemiyor. Çok yerinde tedbirler, hatta işi o kadar abartıyor ki, konuşmayın arkadaşlar haydi uyuyun diyor. Uyuyarak yürüyen gurubumuzdan önce Murat hoca ve Avusturyalı çift koptu önde gidiyorlar. Yolumuz çok dik ve nispeten çarsak. Yol dikleştikçe, yavaş olanlarda gitgide geride kalmaya başladılar. Üç saatlik bir yürüyüşten sonra, hızlı olan gurubun Murat hoca ile yürümelerine ve diğerlerinin de Hakan hoca ile yürümelerine karar verildi. Yaklaşık 6 kişilik gurup, öne çıktık, bir süre sonra bu altı kişi 4 kişiye indi. Külah diye tabir edilen dağın son etabına vardık. Çok yorulmuşuz. Bundan sonrası insan boyunda kayalar ve bu kayaların üzerinden yürünerek zirveye çıkılacak. Kısa bir moladan, Murat hoca geridekileri bekleyeceğini bizim yürümeye devam etmemizi istedi. Bunun üzerine ben ve diş doktoru Serap Yılmaz hızla tırmanmaya başladık, herkesi geride bıraktık.Büyük kayalara tutuna tutuna çıkıyorum, ama Serap’ın gücüne hayret ediyorum, bu ufak tefek arkadaş benden güçlü. Dinlene dinlene zirve diye düşündüğümüz yere doğru büyük kayaları aşarak vardık. Geriden gelen başka arkadaşımız yok,burayı biraz inceleyince gerçek zirve olmadığını anlıyoruz. Biraz etrafta dolaşınca çok ileride işaretlenmiş bir zirve görüyoruz. Bu kez oraya doğru hareketleniyoruz. Tabi yol iz olmadığı için tahmini olarak kayaları aşarak yürüyoruz, yorgunluk had safhada. Bir süre sonra başta Murat hoca olmak üzere bazı arkadaşlarımızı görüyoruz. Onlara sırttan yürümeleri için sesleniyoruz. Murat hoca kısa bir süre sonra bize yetişiyor. Kendisi çok hızlı ve bu hızına hayran kalıyorum. Murat hoca gelip bizi de geçiyor. Bizden önce zirveye varıyor. Üç dakika sonra da biz zirvedeyiz. Burası 4059 metre ve 6 saatte zirveye varmış oluyoruz. Ben ve Serap ilk çıktığımız yerinde bir zirve olduğunu bilmeden ikinci zirveyi yapmışız. Dağın tepesinde birbirine benzer 4 adet zirve varmış. Volkanik bir dağ olduğu için, içerisinde göller ve inişli çıkışlı vadiler demevcut. Bu vadiler ve küçük dereler insan boyunda kayalarla örtülü. Enteresan bir dağ burası. En son arkadaş gelene kadar zirvede tam bir saat kalıyoruz. Toplam 10 kişi zirve yaptı. En son gelen arkadaşlardan öğreniyorum ki Hakan hoca durumunu beğenmediği arkadaşları geri çeviriyor, Bazı arkadaşlarımız 3800 metreden döndü. Fotoğraf çekmeler vs derken dönüşe başladık. Dönüş başka yoldan olacak ama o kadar zorlu ki, şimdiden düşünmeye başladım. Yine bazı yerlerde insan boyunda kocaman kayalar aşıyoruz. Rehberimiz Murat hoca önden gidip rota belirlemeye çalışıyor, bir kaç zor duvarları indikten sonra nihayet daha rahat inebileceğimiz alana iniyoruz. En arkada Osman arkadaşımız var durmadan ona sesleniyoruz, guruptan kopmasın diye. Uzun çarsaklardan inmeye başlayınca yol keyifli olmaya başladı, toz duman birbirine karışmış, bir taraftan da yağmur yağıyor. İleride ki tepenin başında bir kişiyi görüyoruz, bir hayli uzakta olduğu için tanımlayamıyoruz, biraz yaklaşınca bunun Hakan hoca olduğunu görüyoruz. Hocamız yanındaki gurubu kampa gönderdikten sonra bizleri bekliyormuş, büyük bir sorumluluk örneği. Biz derenin içinden kampa doğru ilerlerken en arkada kalan Osman arkadaşımıza yardım etmek üzere Hakan hoca ona doğru yürüyüşe geçti, sonradan öğreniyorum ki, Osman arkadaşımız Hakan hoca ile birlikte kampa dönüyor. Kampa vardığımızda arkadaşlarımız bizi bekliyor. Faaliyetimiz on üç buçuk saat sürmüş.

Tevhide ve eşi Ali ihsan bey 3800 metreden döndükleri için hayıflanıyorlar, tevhide hanım 1958 doğumlu ve yaşlı olduğunu söyleyerek bu işler bize göre değilmiş deyip birazda serzenişte bulunuyor. Tabi bizde ona münasip bir dil ile dağcılıkta bu tür şeylerin olabileceğini ve bunu dert etmemesini söylüyoruz. Kimisi çadırını toplamış bile, gece birlikte yola çıktığımız Avusturyalı turistlerde bizden önce zirve yapmış ve dönmüşler. Herkes birbirine yiyecek bir şeyler ikram ediyor. Yardımlaşmayla birlikte herkes çadırını topladı. Bizi Kışkılı köyüne indirmek üzere traktör geldi. Gelişte olduğu gibi biz bir gurup arkadaş ve tüm çantalar ile yola koyulduk, traktör yine çok yavaş ilerliyor ve toz olmuyor. Kısa sürede köye varıyoruz, Güneş tepemizde ve çok sıcak. Köyde bizi öbek öbek çocuklar ve bir de yaşlıca bir şahıs karşılıyor, sonradan üç orta yaşlı şahıs daha bize katılıyor. Bizi büyük bir samimiyetle karşılıyorlar. Çok yorgunum ama bu köylülerle sohbet etmek istiyorum. Yaşlı olan zirvede ki gölü soruyor. Ben oradaki gölün kuruduğunu söyleyince bana hitaben “valla sen gitmemişsin oraya” dedi. “orada nasıl göl yoktur, öyle bir göl var ki içinde gemiler yüzer.” diye ekledi. Ben de fotoğraf makinemi çıkararak zirvenin fotoğraflarını gösteriyorum, ama karşımda ki pek tatmin olmuşa benzemiyor.

Diğer arkadaşlarımı beklerken sohbete devam ediyoruz. Ona bu köyün neden bu kadar ağaçsız tozlu olduğunu oysaki buraya Dünyanın her yerinden sporcuların geldiğini ve bu kadar bakımsız köyün kötü bir imaj yarattığını, bu kadar küçük çocuğun olduğu yerde küçük bir basket veya futbol sahasının olması gerektiği birkaç salıncağın olduğu çocuk parkının olması gerektiğini söylüyorum. Karşımda ki şahıs da köylülerin birlik olmadığını ve birlik olamayacaklarını belirterek, ümitsiz durumunu özetliyor. Ben biraz daha üsteleyince bana diyor ki gel bu köye yerleş sana ev yeri de arazide verelim, sohbetten çok hoşlanmış olmalı ki, yanımdaki arkadaşlarıma aldırmadan sadece beni evine davet ediyor. Ben kabul etmeyince evine seslendi iki tane plastik sandalye istedi, birine kendisi oturdu birini de bana verdi, yanımdaki arkadaşlarım yine ayakta. Nihayet diğer arkadaşlarımızda geldi, doktoru duyan ve derdi olan köylüler doktorun etrafını sardı.Dr. Atilla Bey bir evde yatan hastaya müdahale etmek üzere oraya gitti. Atilla Bey gönüllü hizmet ediyor, bu durum beni fazlasıyla mutlu ediyor, böyle bir arkadaşım olduğu için de gururlanıyorum.İşimiz bitip otobüsümüze biniyoruz. Köylülerle büyük bir samimiyet içerisinde vedalaşıyoruz. Önce yemek için Erciş ilçesine gideceğiz, oradan da Doğubayazıt’taki otelimize yerleşeceğiz. Tozlu dumanlı yollar bitti, asfaltta ilerliyoruz, iftar saatine yakın telefon ile randevu aldığımız lokantaya gidiyoruz. Bizde iftar saatini bekliyoruz, lokanta tıka basa dolu. Herkes masasında iftar saatini bekliyor. İftarla birlikte herkes masadakilere hücum ediyor. Kimin ne yediği ve ne istediği birbirine karışmış, ama nihayetinde herkes siparişlerine kavuşuyor. Yeme içme faslı bitti, yola koyulduk. Doğubayazıt’a vardığımızda saat 23 olmuştu. Hotel Ortadoğu görevlileri bizi büyük bir misafirperverlikle karşılıyorlar. Ancak otelleri pek de temiz değil,neredeyse hepimiz söyleniyoruz, bazı eksiklikleri de görevliler tamamlıyor. Yorgunluktan gözümüz bir şeyi görmüyor. Duşumuzu aldık ve uykuya daldık.

09.08.2011 bu sabah biraz turizm takılacağımız için saat 09.00 da kalktık. Otelin kahvaltı salonunda bir araya geldik, kahvaltımızı yaptık. Saat 10.00’da İshakpaşa sarayına gittik. Burası büyüleyici bir saray. Yüz yılda tamamlanmış, Doğubayazıt ovasına hakim, zamanının önemli bir Osmanlı sarayı olup, Rus işgalinde Som altından kapısı çıkarılarak Moskova’ya götürülmüş, muhteşem bir saray. İçini geziyoruz, Murat hocamız her oda için ayrı bir hikâye anlatıyor. Can kulağıyla dinliyoruz. Sarayda restorasyon devam ediyor. Sarayın üzerine camdan bir kafes yapılmış, beğenen de var, beğenmeyen de var. Buradan sonra Beyazıt Camiine gidiyoruz. Hakikaten çok güzel, korunmuş ve restore edilmiş. Hemen ilerisinde AhmedeXane türbesi var .Mem u zin adlı ünlü kitabın yazarı, AhmedeXane’dir .Bu ünlü ozanın türbesindeyim, burada ki ziyaretlerimizi de bitirip, keşişin bahçesi diye tabir edilen bir bahçeye gidiyoruz .Murat hocam burasıyla ilgili olarak da Kerem ile Aslı’nın hikayesini anlatıyor. Bahçedeyiz, bizi yaşlıca bir şahıs karşılıyor. Bu bahçeler piknik alanlarıymış. Ramazan ayı olduğu için piknikçi yok. Yaşlanmış ve göğe doğru uzamış, Kayısı, Erik ve Elma ağaçlarının altındayız. Ağaçlardan meyve topluyoruz. Görevlinin topladığı elmalardan da alıp yiyiyoruz. Bazı arkadaşlar elma kasasının yanına bozuk para bırakıyor. Görevli bize büyük bir misafirperverlik yapıyor. İşimiz bitip Vedalaşıp ayrılıyoruz. Sonra hep birlikte Asmalı Bahçe lokantasında öğlen yemeği yiyiyoruz. Yemekler ve servis çok güzel. Saat14.00 bu günkü faaliyet bitti. Yarın gideceğimiz Ağrı dağı faaliyeti öncesi alış veriş için serbest zaman. Ben serbest zamanımı Doğubayazıt’ta yaşayan yeğenim Sonay Küçükkaya’nın evinde geçireceğim.Alış veriş işini arkadaşım Nurihan’a bıraktım. Yeğenim akşam yemeği için masayı donatmış.6 aylık kızı Zerya Dünya tatlısı kara kara kocaman gözleriyle beni süzüyor. Çok rahatım, dinleniyorum, eskileri yâd ediyoruz. Yeğenimde Ağrı dağına üç kez çıkmış ve paraşüt eğitimi almış, çılgın bir kız. Bebeği olmasaydı benimle Ağrı dağına gelecekti. Uzun bir misafirlikten sonra kalkıyorum. Eniştem Özgür beni otelime bırakıyor. Arkadaşlarımızda yemek ve alış verişten dönüyorlardı. Sabah saat 07:30 da kahvaltıda buluşmak üzere odalarımıza çekiliyoruz. Nurihan arkadaşım ihtiyacımız olan her şeyi almış, ayrılmadan önce çantalarımızı yerleştiriyoruz, dönüşte geri almak üzere dağda işimize yaramayan eşyalarımızı otelde bırakarak ayırıyoruz. Bugün 10.08.2011 Sabah belirlenen saatte herkes hazırlıklarını tamamlamış ve çantalarıyla birlikte otelin lobisine inmişti. İki minibüs bizi almak üzere kapıda bekliyordu. Eşyalarımızı bagajlara yükledik. Bu araçlar bizi 2200 metreye kadar götürecek. Çevirme denilen bu yere gitmeden önce buz mağarası denilen ve görülmeye değer bir mağaraya gidiyoruz. Mağara bir yer çöküntüsünden oluşmuş, önüne varınca gerçekten buz gibi bir havanın estiği çok enteresan bir alan. Mağara yerin dibine doğru alçalarak giden tünel şeklinde. El fenerleri ve diğer aydınlatma araçlarıyla sonuna kadar iniyoruz. Tavanlarda buz sarkıtları ve tabanda da buz kütleleri var. Burada ki ziyareti bitirip, yola devam ediyoruz. İçerisinden geçtiğimiz köy hayvancılıkla geçinen içerisinde suların aktığı ve pek yeşilliğin bulunmadığı bir yer.2200 metredeki çevirmeye vardığımızda yüklerimizi taşıyacak katırlar ile bize rehberlik yapacak 14 yaşında daha yeni sakalları çıkmış Dilgeş isimli sevimli bir genç bizi bekliyor. Eşyalarımızı katırlara yüklenmek üzere alana bıraktık, temel ihtiyaçlarımızın konduğu küçük sırt çantalarımızı alarak yürüyüşe geçtik. Bu yolu 2010 yılında da geçmiştim. Sağda solda yaylaya çıkmış köylü çadırları var. Oralardan koşuşturarak gelen 4 ile 10 yaşındaki çocuklar, çikolata vs şeyler istiyorlar. Saat 11.00 başladığımız yürüyüşümüz dört buçuk saat sürüyor.

Kamp alanına geldiğimizde ortalıkta pek kalabalık göremiyorum. Geçen sene buralar panayır alanı gibiydi. Birkaç yemek çadırı ve aynı renkte kurulu onlarca çadır görüyorum. Murat hoca, var olan çadırlara girebileceğimizi söylüyor ama ben o kadar acele ediyorum ki bunu duymuyorum bile. Nurihan ile acele edip, bir çadır alanı bulur bulmaz hemen çadırımızı açıyoruz. Çadır kurmayı bitirdikten sonra bakıyorum ki arkadaşlar kurulu çadırlara yerleşmiş, nasıl hayıflandığımı anlatamam. Uyanık davranıp yer ariyana kadar, hocamızı dikkatli dinleseydik, boşuna çadırımızı açmazdık. Bu durumdan bile istifade ettik, boş olan bir çadıra Nurihan yerleşti. Şirketlerden birinin açtığı mutfak çadırına girdik, neredeyse hepimizi alacak büyüklükte. Ortada sehpalardan oluşturulmuş bir masa ve etrafında küçük tabureler, bulunmaz nimet. Herkes akşam yemeği yapmaya bakıyor. Ben ve nurihan da akşam yemeği olarak pilav yapacağız. Ömrümde pilav yapmadım ama aşçı benim. Nurihan malzeme taşıyor. Ocağımı çıkardım, bir baş soğanı doğrayıp, tencereye koydum, yağda pembeleşene kadar karıştırdım, üstüne domates doğradım, biraz bekleyip üstüne önceden ayarladığım bulguru koydum ve su ile tuz ilave ettim. Suyu çekilene kadar bekledim, gerçekten çok lezzetli olmuştu, olmazsa ne yazar 3200 metredeyim, bundan iyisi can sağlığı. Kamp alanına kadar hortum ile su getirilmiş, temizliklerimizi yapıyoruz. Artık uyumak üzere çadırlarımıza çekiliyoruz. Dışarısı apaydınlık. Dolunay geceyi gündüze çevirmiş. Büyük bir hayranlıkla ona bakıyorum. İçim huzur dolu, işte dağlarda ben bunu arıyorum, kendimle baş başayım, ne geçim derdi, ne keder, ne stres, başka ne arayabilirim ki. Doğa ve ben baş başayız. Biraz üşüyorum ve uyumak üzere çadırıma giriyorum. Uyku tulumumda rahat bir uyku çekiyorum, ancak dışarıda ciddi bir soğuk olduğunu tahmin ediyorum. Saat 07.00’de uyandım. Çadırımı hemen toplayıp eşyalarımı çantalara yerleştiriyorum. Gece hava sıcaklığı eksiyi gördüğü için sular donmuş, önceden çadırın içine koyduğumuz suyumuzla kahvaltı hazırlıyorum. Hazırlıklar bitip yola çıktığımızda saat 08.30olmuştu. Bu kez 4200 kampına hareket ediyoruz. Yine eşyalarımızı katırlara yüklenmek üzere orta bir yerde topladık, küçük çantalarımızla yola koyulduk.

Yolda yine 2 gurup olduk, Murat hoca ve 5 kişi önde diğer arkadaşlar Hakan hocanın denetiminde arkadan geliyorlar. Biz önde ki gurup iki saat otuz beş dakikada 4200 kampına vardık. Çok iyi gelmişiz. Ben Murat Hoca’mdan hazır çadır varsa ayarlamasını rica ediyorum. Şansımız yaver gidiyor, kamp alanı çok kalabalık değil. Bu kamp yeri insan boyunda kayaların olduğu pek rahat olmayan ve yeterli çadır alanının bulunmadığı bir yer. Beş tane boş çadır buluyoruz, birine ben hemen yerleşiyorum, diğerlerini de bizimle gelen arkadaşlar kapıyor. Uzun bir aradan sonra diğer arkadaşlarımız da geliyor. Çadır yeri bulmak pek zor olmuyor. Kamp alanı neredeyse boş, herkes bir yerler buluyor. Kamp alanı tamamen çöple dolmuş, buraya gelen sporcu kendi benliğine ihanet eder gibi bütün çöpünü pisliğini buraya bırakıp aşağı iniyor. Bu manzara karşısında çok öfkeleniyorum. Nasıloluyor da Ülkemizin en yüksek ve en görkemli dağı çöp alanına dönmüş. Burayla ilgilenecek hiçbir resmi ve sivil birimler yok mu? Sadece şunu hatırlıyorum, Zirve Dağcılık ve Doğa Sporları Kulübü 4200 metreden başlamak üzere genel bir çöp toplama faaliyeti yaparak ve kamyonlarca çöp toplamıştı.

Su hortumlar vasıtasıyla kamp alanına kadar getirilmiş. Bu suyun hemen yakınındaki kayaların arkasına bakıldığında inanılmaz bir pislik görüntüsüyle karşılaşırsınız. İnsan dışkısına getirdikleri pet şişeler ve kâğıtlar eşlik ediyor. Biraz ileride 6-7 kişilik gurup halinde oturan hamal gençleri görüyorum. Ben de yanlarına oturuyorum. Bu dağda ki pisliğin nedenini soruyorum, kimi vurdumduymaz, kimi çaresiz ve kimi de burada taşıma yapan ve güçlü aşirete mensup şahıslardan dolayı böyle olduğunu belirtiyor. Ben de o karamsar gençler gibiyim. Buraya resmi kurumlar müdahale etmediği müddetçe herhangi bir şeyin değişeceğini sanmıyorum. Resmi kurumlar da şehirde ki çöpün ve lağımın hakkından gelemiyor, buranın pisliği hakkında hiç de gelemezler. Korkarım böyle gidecek.

Akşama bir hayli vaktimiz var. Arkadaşlarımız akşam yemeği için hazırlıklar yapıyorlar. Sabah saat 02.00’de uyanacağız ve tırmanışa saat 03.00’de başlayacağız. Hava çok güzel,3200 kampındaki soğuk burada yok. Ağrı Dağı’nın görünen yükseklileri ışıl ışıl, hiçbir bulut veya sis yok. Tek temennimiz yarında havanın böyle olması. Şirketlerin yemek çadırlarından birine girdik. Arkadaşlar kendi aralarında guruplar oluşturmuş ve yemeklerini öyle ayarlıyorlar. Herkes bir şeyler yapmakla meşgul. Yemek, sohbet derken gece bir hayli ilerledi. Saat 21.00’de çadırlarımıza girdik, çadırın altı o kadar taşlık ki, bir mat yetmiyor. Yapacak başkada bir şey yok,uyumaya çalışıyoruz. Kurulu telefonum saat 02.00’de çaldı. Yavaş hareketlerle uyku tulumlarından çıktık. Önceden planladığımız gibi çantamıza temel malzemeler, krampon, emniyet kemer, kazma vs yerleştirdik. Ben hiçbir şey yiyip içemedim.Dışarda Murat hoca arkadaşlara acele etmeleri konusunda sesleniyor. Zamanında gelmeyeni almadan giderim diyor. Saat 03.00 olduğunda iki arkadaşımız hariç herkes hazırdı. Yine kafa lambalarımız açık, tek sıra halinde Hakan Hoca’nın talimatlarını dinliyoruz.İlk defa Ağrı Dağına çıkacak arkadaşlarımız biraz daha heyecanlı, bunu gözlemliyorum. Arkadaşların birbirleriyle sohbet etmelerine kesinlikle izin verilmiyor. Dik yamacı zikzak yaparak tırmanıyoruz. Yokuş giderek dikleşiyor. Yükseklikten dolayı pek hızlı da hareket edilemiyor. Ayrıca gurubumuz çok yavaş. En yavaş olan arkadaşlar gurubun önüne kondu ve tam bir fren vazifesi yapıyorlar. Ancak Murat Hocanın hedefi herkese zirve yaptırmak. Belki kendi açısından haklı ama bu yavaş yürüyüş beni hem üşütüyor hem de yoruyor.4600 metre civarında genç bir arkadaşımız, çok yorulduğunu belirtiyor ve hocalarımız ileride daha kötü olabileceğini düşünerek geri gönderiyorlar. Bazı arkadaşlarda o kadar yorgunluk ortaya çıkıyor ki yürümek adına ancak kıpırdayabiliyorlar. Âmâ Murat Hoca kararlı bunların cesedini zirveye taşıyacak.4700 metrelerde kar fırtınası başladı. Görüş mesafesi çoğu kez 20 metreye düşüyor. Ellerimdeki polar eldivenler idare etmiyor artık. Ellerim üşüyor. Üşenmesem çantamı açıp, içindeki daha kalın eldivenleri alacağım, ancak o kadar soğuk ki durup bu işi yapmak istemiyorum.Ancak kamp alanından buraya kadar Murat hocanın eldiven takmadığını gördüm, çok şaşırdım bu adam biyonik sanki. Bir süre sonra nispeten hızlı olan gurubun soğuktan dolayı bekleme yapmaması için ilerlemesine izin verildi. Doğal olarak gurup yine ikiye bölündü. Arkadaki gurubu Hakan hoca toparlıyor.

4900 metrelerdeki buzula geldiğimizde krampon taktık. Bilenler bilmeyenlere yardımcı oldu. Kar fırtınası devam ediyor. Zirve yapmış ve dönüş yoluna girmiş turistlerden kurulu bir ekiple karşılaşıyoruz. Rehberleri Kürtçeye çalan şivesiyle yukarıda havanın daha berbat olduğunu, çok kötüyse gitmememiz gerektiği, yardım istenirse hemen yardıma hazır olduğunu belirtiyor. Rehberin üstüne başına baktım, her tarafı kar ve buz tutmuş, ama ne gam yardıma hazır bir genç işte. Bizim de polar olan giysilerimiz fırtınada esen karla birlikte buz tutmuş. Yüzümüzü, ellerimizi, sıkı sıkı sarmışız. Şimdi kramponlarla yürüyoruz. Yine önümüzde yavaş giden iki bayan arkadaş ve arkasında biz, fren yapa yapa ilerliyoruz. Zirveye yaklaşmış olmalıyız ki dik bir parkurda yürüyoruz, kar buzla karışık çok sert ve kaygan bir zemin. Saat 09.00 oldu nihayet zirvedeyiz. Kar fırtınası devam ediyor. Görüş mesafesi çok kısa, manzara fotoğrafı çekemediğim için üzgünüm. Fotoğraflar, tebrikler derken 15 dakika içinde geri dönüyoruz.5 dakikalık yürüyüşten sonra sisler arasından bizim ikinci gurup çıkageldi. Murat hoca bu gurupla da zirve yapmamızı istiyor. Onlarla bir kez daha zirve yapıyoruz. Her kes çok mutlu. Ağrı Dağı zirvesi yapmak pek kolay olmayan bir iş. Türkiye’nin en yüksek zirvesindeyiz. Hep birlikte 09.30 da dönüşe başladık, hızlı gurubun yürümesine izin verildi. Önde Murat hoca biz üç beş kişi hızla aşağı inmeye başladık. Bir kaza olmaması için tedbiri elden bırakmıyoruz.6 saatte tırmandığımız yolu biz öndeki gurup olarak, bir buçuk saatte inerek, 4200 metrede ki kamp alanına vardık. Kampta zirve yapmamış arkadaşlarımız karşıladı, bize çay ve yiyecek hazırlamışlar. Diğer arkadaşlarımız da yavaş yavaş dönmeye başladılar, herkes bir faaliyeti başarıyla tamamlamanın gururu içerisinde. Bugün hedef Doğubayazıt. Bu gurupla o kadar yolu nasıl ineriz diye içimde bir kuşku var. Çünkü dönüş genellikle ya 4200 kamp alanında ya da 3200 kamp alanında bir gece konaklandıktan sonra yapılır. Ama yüklerimizi almaya gelmiş katırlar kamp alanına gelmiş. Herkes çadırlarını söktü. Kamp alanı saat 13.30 da terk edilecek. Guruptan üç beş kişi yine hızlı bir hareketle yola koyulduk. Murat hoca ve Serpil arkadaşımız en önde gidiyorlar. Biz arkada 3 kişi onları takip ediyoruz, aramızda kontrol edilebilir bir mesafe var. Ancak üçümüz bir arada yürümek için öndekilerden koptuk.3200 kamp alanına dönülen yerde insan boyundaki kayalara tırmanarak rast gele bir rotaya girdik. Bu halimizden de memnunuz. Bir buçuk saatlik bir yürüyüşle 3200 metrede ki kamp alanına vardık, pek de hızlı sayılmaz. Diğer arkadaşlarımız daha görünmüyorlar bile. Taşıma işimizi yapan ve şirket olarak faaliyet yapan Barzani bize çay ikram ediyor. Bu yorgunlukta çok da makbule geçiyor. Diğer arkadaşlar da gelmeye başladılar. Burada kısa bir moladan sonra2200 metredeki çevirme denilen ve minibüse bineceğimiz alana varmak üzere yola devam ettik, Artık herkes, ayrı guruplar halinde yürüyor. Bundan sonrası biraz yayla gezintisi gibi,ben ortalarda bir yerde Ayfer ve Osman arkadaşım ile yürüyorum, Ayfer ile uzun uzun sohbet ediyoruz. Hem şehirli olduğumuz için konuşacak çok ortak konumuz var. Nihayet 2200 metredeki alandayız. Saatlerdir yoldayız. Bunun nedeni ise önde giden gurup yolu biraz uzatmış ve biz de doğal olarak onları izlediğimiz için 2 saatte gideceğimiz yolu 4 saatte aldık. Yorgunluk had safhada. Katırlar çantalarımızı kamp alanına götürmüş ve minibüslerde gelmiş. Doğubayazıt’a gitmek üzere iki minibüse bindik. Yolda yağmur yağmaya başladı. Stabilize yolda sürücü birazda hava olsun diye taşlara vura vura ilerliyor. Nihayet otelimizdeyiz 2 gece önce terk ettiğimiz odalarımızdayız. Arkadaşlar kendi aralarında gidecekleri lokantaları belirlemeye çalışıyorlar. Biz altı arkadaş, Ehli kebap isimli küçük ve temiz bir lokantaya gittik. Masalar kaldırımlarda, burada böyle, Trafiğe kapalı bir alan, akşam iftar yemeğinde herkes sokakta yiyiyor, çok hoş bir görüntü. Biz de sokaktaki masalara oturduk, mahalli yemekleri varsa onlardan yemeye çalışıyoruz. Yeme içme faslı bitip otelimize döndüğümüzde saat 23 olmuştu.

13.08.2011 günü saat 07.00 de kahvaltıda buluştuk, bu günkü programımız, Muradiye şelaleleri gezisi, Van 100.yıl kedi evi gezisi ve Akdamar adası gezisi olacak. Kahvaltı bitti, Doğubayazıt ile vedalaşma zamanı artık. Aracımıza eşyalarımızı yerleştirdik, biraz hüzün biraz da sevinçle birlikte şehri terk ediyoruz. Yollar geniş ve düzgün, giderek dikleşen bir yolumuz ve geride bıraktığımız Ağrı dağı bütün azametiyle karşıda duruyor. Dün oradan etrafı seyretmemize izin vermemişti, kar ve fırtınadan gözümüzü açamamıştık. Karayolu İran sınırını takip ediyor. Uzaktan karakollar görüyoruz. Tendürek geçidindeyiz buranın yüksekliği 2644 metre. Her harafta sanki dün akşam toprak yüzeyine çıkmış, asfaltımsı volkanik kayalar. Hemen yanı başında Tendürek Dağı. Aracımızı durdurup fotoğraf çekiyoruz.Tendürek dağına çıkış yasak. Uzaktan fotoğraflarımı çekip yolumuza devam ediyoruz. Etrafımızda bereketli ovalar içerisinden gürül gürül berrak sular akıyor. Bazı küçük faaliyetler dışında tamamen bakir topraklar. Bu bereketli topraklarda, neler yapılmaz ki. Nihayet Muradiye şelalelerindeyiz. Muradiye Şelalesi, Tendürek Dağı'ndan kaynağını alan Bend-i Mahi çayı üzerinde, Van'ın görülmeye değer yerlerinden biridir. İsmini Bağdat seferi sırasında buraya uğrayan 4. Murat'tan almıştır. Muradiye Şelalesi, Muradiye ilçesine 8 km, Van'a ise 80 km uzaklığındadır. Şelale, yaklaşık 50 metre gibi düşük bir yükseklikten dökülse de, oldukça kuvvetli akar. Bu sebeple görüntüsü çok görkemlidir. Özellikle yaz aylarında giderseniz, şelalenin altına iner inmez müthiş bir serinlik sizi karşılayacaktır.Benim aklıma değerli arkadaşım ünlü dağcı Tunç FINDIK geliyor. Kendisi 2 sene önce buradan yaklaşık 4 km ileride kışın donan ve 70 metre uzunluğundaki buzlara tırmanmıştı. Bu vesileyle kendisini telefonlara arayıp, bu civarda gezide olduğumu bildirdim. Şelalenin tam karşısında yemek ve çay ihtiyacınızı karşılayacak bir yer yapılmış, burada bütün arkadaşlarımız dinlenip yorgunluk gideriyorlar.

Van 100.yıl kedi evine gitmek üzere yine yoldayız. Seyahat halinde şoför, Kürtçe ezgiler ve dinletiyor. Murat hoca ve Hakan hoca seyahat halindeki araçta halaya durdular. Çok hoş bir görüntü. Van 100.yıl üniversitesindeyiz. Kedi evinde tadilat var .Van kedisi çok özel olduğu için koruma altına alınmış ve çok özel bir çalışma ile cinsinin çoğaltılmasına çalışılıyor. Dışarıda tel örgü ile çevrilmiş iki alanda bulunan kedilerin fotoğraflarını çekmeye çalışıyoruz. Bu kediler sıcağı sevmediği için kiminde yaralar oluşmuş.

Akşam kalacağımız İskele Öğretmenevindeyiz.15 dakika içinde eşyalarımız yerleştirdik yemek ve gezi için Akdamar adasına hareket ediyoruz.Üzerinde badem ağaçları bulunan Akdamar adası, eşsiz bir güzelliğe sahip. 20 dakikalık bir motor yolculuğuyla Van Gölünü geçip adaya yaklaştıkça sivri külahlı kilise kalıntısı dikkat çekiyor. Kilisenin rengi günün hangi saatinde gittiğinize bağlı olarak değişiyor. Kimi zaman sarıya, kimi zaman kırmızıya, kimi zaman da griye çalıyor. Akdamar Adası Kilisesi 915-921 yılları arasında Vaspurakan Kralı I. Gagik tarafından yaptırılmış. Mimarı ise Keşiş Manuel. Murat hoca bize buranın tarihi hakkında bilgi veriyor. Kilise duvarlarında insanı büyüleyici tasvirler var. Dini ve dünyevi sahnelerden başka, hayvan figürleri yönünden de bir çeşitlilik göze çapmaktadır. Aralarda serbest biçimde, asma sarmaşıkları içerisinde ve çatıların alt kesimlerinde bu zengin hayvan figürlerini görmek mümkündür. Hatta bunlardan bir tanesi var ki, bu günkü Van Gölü canavarını hatırlatır biçimde bir kabartma. Bu kabartmada sandal içerisinde insanlar ve alttan o sandala sarılmış canavar biçiminde bir hayvan. Kilisenin içini ve dışını uzun uzun inceleyip, hayranlığımızı ifade ediyoruz. Bazı arkadaşlarımız hazırlıklı geldiklerinden adanın arka tarafında bulunan plajda göle giriyorlar, çok güzel bir zaman geçiriyoruz. Her güzel şeyin sonu geldiği gibi bizim de gezinin sonu geliyor. Saat 18.00 de bir motorla adadan ayrılıyoruz. Artık akşam olmuş, batan güneşin son ışıkları Van gölünü kızıla çevirmiş. Uzakta ki tepede dolunay görünüyor, tarifsiz bir manzara. Kıyıya yanaşıyoruz, aracımız bizi bekliyor. Bundan sonra bir halıcıya gideceğiz.

Halı üretim merkezi devasa denilen cinsten bir atölye. Avrupa Birliği kredisi ile kurulmuş, buraya hayat katmış bir fabrika. Fabrika derken üretilen halılar tamamen el emeği ile. Görevliler bizi kapıda karşılıyor. Bir şahıs buranın geçmişi ile ilgili bilgi veriyor. Konusuna o kadar hakim ki, ilk anda insan çok etkileniyor. Düzgün bir Türkçe ile fabrikayı ve üretimi anlatıyor. Sonra bizi devasa teşhir salonuna alıyor. Her yar halı. Neredeyse tavanlarda halı kaplı. Çalışanlar şova başlıyor. Anlatıcının konuşmaları doğrultusunda çalışanlar ortaya halılar seriyorlar. Hareketler o kadar seri ki ve o halılardaki desen ve renklerle insan kendinden geçiyor. Bu arada bizlere çay ikram ediyorlar. Uzun uzun anlatımlardan sonra orayı terk ediyoruz, ancak bir sporcu 4,5 bin Lira vererek o halıları alamıyor. Buradan gümüş takı ve ürünlerin üretildiği bir mağazaya gidiyoruz. Burada da ikramlar ve konu hakkında detaylı anlatım yapan kişi bizleri adeta büyülüyor. Gümüş takıların Artuklulardan gelen bir sanat anlayışıyla üretildiği vs. Arkadaşlarımız hediye olarak bazı takıları alıyorlar.

Tüm faaliyetin son akşam yemeğini Hisar ev Yemekleri lokantasında yiyeceğiz. Hep birlikte buradayız. Buranın çalışanları tamamen akraba, erkek bayan hep bir arada üretim yapıyorlar. Lezzetli yemekler yapmışlar. Dövme, pezik,kabak,kişniş,nane, yoğurt, un ve yumurtadan oluşmuş yemeğin adı Ayran aşı.Pezik, soğan, kavurma eti, yumurta, erik pestili, kişniş, nane ve maydanozdan oluşanyemeğin adı Ekşili yemeği.Bulgur, patates, reyhan, soğan, nane, yoğurt ve salçadan oluşan yemeğin adı olan Kürt köftesi yiyiyoruz. Bu yemekler tamamen yöresel ve çok lezzetli. Bu akşamın güzel bir ayrıntısı da Şengül arkadaşımızın 48.yaş günü münasebetiyle, arkadaşlar pasta almış ve küçük kutlama yaptık. Saat 23 olmuş artık dinlenmek üzere İskele öğretmenevindeyiz. Gece odamı Nurihan arkadaşım ve İzmir bölgesinden Doktor Atilla ile paylaşıyorum. Atilla filozof gibi bir adam. O kadar derin ve güzel konulardan bahsediyor ki onu can kulağıyla dinliyorum. İyi bir uykudan sonra saat 07.00 de uyanıyoruz. Bugün saat 09.00 da Hisar Ev Yemekleri lokantasında Van kahvaltısı yapacağız. Bu saate kadar odamızda sohbet ediyoruz. Kahvaltı için lokantadayız. Ancak ilk anda göze farklı gelen bir kahvaltı yok. Türkiye’nin her yerinde yenilen zeytin, peynir, reçel vs. Kahvaltı açık büfe ama masalara yeterli miktarda yiyecek yok. Hangisini istiyorsak bitti diyorlar. Yetkili masamıza geliyor, memnun muyuz diye. Ancak başta Doktor Atilla olmak üzere hepimiz memnun olmadığımızı ve bu kahvaltının çakma Van kahvaltısı olduğunu belirtiyoruz. Sonuç olarak, bu son noktada ağzımızın tadı kaçıyor. Kahvaltıdan sonra 21 kişilik arkadaş grubumuz bizi saat 10.30 da havaalanına bırakıyor. İstanbul’a ben, Nurihan, Osman ve Avusturyalı çift uçacağız. Yolculuğumuz bir saat 50 dakika sürüyor. Bagajlarımızı aldıktan sonra Avusturyalı çift için Atatürk havaalanına gitmeleri yönünde taksiyle pazarlık yapıp onları uğurluyoruz. Osman’ı İstanbul’da bıraktıktan sonra , Nurihan’la birlikte Bursa’ya yol alıyoruz. 9 günlük faaliyetimiz bitiyor, artık evimdeyim, yine iş ve koşuşturmalı hayata devam. Ağustos 2011 Haydar BOZADA

biraz daha heyecan gerekli sanırım hayatımızda






Daha yaşanılabilir bir Gemlik hayali olanların bir araya geldiği, sosyal ve kultürel çalışmalar yapan bir derneğin üyeleri olan bizler, dürüst, samimi, düzgün insanların şikayet etmek yerine, kendi yerelinde güzelliklerin var olması için insiyatif almaya gönüllü oldukları büyük bir aile olma yolunda ilerlerken yaptığımız faaliyetlere doğa ile bütünleşik ve barışık olma yolunda yenilerini eklemeye çalışırken derneğimiz üyelerinden sayın Murat Genç arkadaşımızın uzun yıllardır yaptığı Kaya Tırmanışı faaliyetini Doğa Sporları Atölyemizde paylaşması ile ilk etab da gerekli olan malzemelerini tamamladığımız kendisine ait olan birtakım malzemeler ve derneğimize ait olan malzemelerin yanı sıra yine derneğimiz üyesi sayın Haydar Bozada ya  ait olan bir kısım malzemeler ile bu faaliyetin çalışmalarına başladık akabinde yaklaşık 3-4 aydır ön çalışmalarını yaptığımız ve yine dernek üyelerimizden Hasan Gökhan Yeter ,Rıdvan Özbircan ve Mehmet Gür den oluşan bir ekibi ön bilgi maksatlı ve sonraki faaliyetlerde sorumluluk alacak olan arkadaşlar olarak hazırlayarak Gemlik de en başta Gemlik Yaşam Atölyesi Derneğinin oluşumunda kullandığımız cümlelerden ötürü  daha yaşanılabilir bir Gemlik hayali olanların bir araya gelmesi ve hayatın monotonluğundan sadece hafta sonu da olsa kurtulup biraz kendini sınaması biraz çevresini tanıması ve doğa ile bir bütün olarak yaşaması için uzun zamandır devam eden doğa yürüyüşleri ve kamp etkinliklerimizin yanı sıra Kaya Tırmanışı faaliyetini de programımıza dahil ettik . Bu süreçten sonra bu etkinlikleri dernek bünyemizde merak edenlere biraz daha heyecan gerekli sanırım hayatımızda sloganı ile gerek sosyal paylaşım sitelerinde gerek üyesi olduğumuz mail grubunda paylaştık ve geri dönüşler neticesinde oluşturulan  15 kişilik bir ekiple, hazırlıklarımızı tamamlayarak 04/09/2011 Pazar günü dernek merkezimizde buluşup saat 15:00 civarında ( Geçmişi bundan 3.500 ila 4.000 yıl öncesine dayanmakta olan. Bursa ilinin bilinen en eski yerleşim yerlerinden biri olan ,  ekonomisi zeytincilik ve Bursa karası cinsi incir yetiştiriciliğine dayalı olan.Bursa Osmangazi ilçesine bağlı, şehir merkezine 18 km uzaklığı olan, 600 hane ve 2.000 üzerinde nüfusa sahip Bursa'ya hakim tepe üzerine kurulmuş, Gemlik körfezi ve Bursa'yı gören Rakımı 400 metre civarında olan bir köy olması  yanı sıra basit bir anlatım ile biz bu köyü Bursa'ya giderken yüksek bir tepede gördüğümüz onlarca anten vericilerinden tanımaktayız. Gündoğdu köyü en son 1922 yılında  Rumlar tarafından  boşaltmış ve yerine 1924 mübadelesinde Yunanistan'ın Drama ilinin Kurular köyünden, muhacirler ve Vodina Pomakları yerleştirilmiştir. 1924 mübedelesi ile Gündoğdu'dan Yunanistan'a gönderilen Rumlar ise Vodina'nın (Edessa) Kapiyani (Eksaplatonas) köyüne yerleştirilmişlerdir. ) doğru harekete geçtik. Kısa bir yolculuğun ardından muhteşem manzarasıyla Gündoğdu'ya vardık. Eğitmenimiz  Murat Genç liderliğinde önce tırmanma ile ilgili birtakım temel bilgiler tarafımıza aktarıldı. Bu bilgi aktarımından sonra Murat Genç tarfından Lider tırmanış olarak tabir edilen tırmanış gerçekleştirilerek bizlerin tırmanma ve iniş faaliyetini gerçekleştireceği rota oluşturuldu bunun akabinde  daha önce tırmanmamış arkadaşlardan başlayarak tırmanışa geçtik. Dışarıdan çok basit gibi görünen fakat gerçekten de zor ve heyecanlı bir aktivite. Kimimiz bir çırpıda tırmanıverdi kimimizse yarıda kesmek zorunda kaldı ama eminim her birimiz aynı keyfi aldı. Biz bir avuç insan, doğayla baş başa kalmak adına doğa yürüyüşü, kamp, tırmanma gibi birtakım aktiviteleri gerçekleştirmekten büyük keyif alıyoruz. Tabii ki ihtiyaç olan malzemelerin de temin edilmesiyle, daha fazla kişiye, daha uygun koşullarda doğa sporlarını aşılamak ve sevdirmek bizlere her zaman mutluluk verecektir. Bizler doğaya aşığız. Faaliyetlerimizin amacı doğayı yaşamak. Ve en başında da belirttiğimiz gibi Daha yaşanılabilir bir Gemlik hayali olanları bir araya toplayarak daha da faydalı Atölye çalışmaları yapmak istemekteyiz bizim ile irtibata  


gemlikyasamatolyesi@gmail.com


http://www.gemlikyasamatolytesi.org/ 


http://yasamatolyesi.blogspot.com/


adreslerinden geçebilirsiniz

AlAdAğLAr BüYüK DeMiRkAzIk TıRmAnIşI





Aladağlar Torosların en güzel bölümüdür. Burada bir zirve var ki, Büyük Demirkazık (3756 mt) birkaç rotası bulunan insana adrenalin yaşatan emsalsiz bir dağdır. Buraya çıkmak için tırmanış ve iniş tekniklerini bilmek lazım, ben bunları pek bilmiyorum ama deli cesaretime sığınarak çıkmaya karar veriyorum. Zirve Dağcılık ve Doğa Sporları Kulübü Marmaris şubesinin organize ettiği bu faaliyete ben de katılmaya karar verdim. Rehber arkadaşım olan İzmir bölgesinden Murat AKAY. Faaliyete katılmak için arkadaşıma gerekli bilgileri bir ay önceden verdim. Bu faaliyet Aladağlar’da 7 günlük bir trans faaliyeti olup, ben sadece Büyük Demirkazık tırmanışına katılacağım.
Bu faaliyetten önce Türkiye Dağcılık Federasyonunun Isparta çandır bölgesinde organize ettiği ve 2-8 Temmuz 2011 dönemini kapsayan Temel dağcılık eğitimi yaz gelişim, eğitimine katılmak üzere bu bölgeye gidiyorum. Önce biraz buradan bahsedeyim. Bu eğitime Türkiye’nin değişik yörelerinden gelme 170 sporcu katılıyor. Kamp alanı 250 metre rakımlı yeşillikler arasında, arkası yalçın kayalarla çevrili son derece nemli ve Antalya iklimini andıran bir yapısı var. Eğitim kampı Göksu çayı kenarında ve yazılı kanyon diye tabir edilen milli parkın içerisindedir.7 gün boyunca burada eğitime tabi tutuluyoruz, kalabalıktan dolayı pek randımanlı olmasa da konsantre olan sporcu faydalanıyor. Eğitim hem teorik hem de pratik uygulamayı içeriyor. Emniyet alma kaya tırmanışı, ip inişi vs. eğitim bitiminde 08.07.2011 tarihinde Niğde iline varıyorum. Daha önce yerimi ayırttığım Niğde Öğretmen evine gidiyorum. Bir haftanın yorgunluğu ve kirini üstümden atmaya çalışıyorum.
09.07.2011 tarihinde trans yapacak ekip yavaş yavaş toplanıyor. Gelen arkadaşların önemli bir kısmını önceden tanıyorum. Murat AKAY hocamız, Çamardı ilçesine gidecek midibüse bir grup arkadaş için yer ayarlıyor. Hareket saatinden önce sabah kahvaltısı için lokantaya varıyoruz. Nefis çorbalarla kahvaltımızı yapıyoruz, kamp alanında lazım olacak iaşe malzemelerimizi de alıyoruz. Hazırlıklar bitince saat 9.30 midibüsüne doluşuyoruz. Dev çantalarımızı bagajlara ve midibüsün arka koltuklarına koyuyoruz. Minibüste bütün koltuklar biz ve Çamardı tarafına gidecek diğer yolcular tarafından dolduruluyor. Ayakta da bir o kadar yolcu biniyor, aracın içi itiş tıkış. Gürültü patırtı arasında midibüs yola koyuldu. Köyleri bir bir geçtikçe yolcu sayısı da azalmaya başladı. Uzaktan Büyük Demirkazık zirvesi görünüyor. Çok heybetli duruyor, dağın zirvesi okyanusta havaya sıçrayan kambur balinanın başına benziyor. Büyük bir hayranlık ve saygıyla onu izliyorum. Çamardı köyünde bizi sokullupınar yaylasında bulunan kamp alanına traktörü ile götürecek Mehmet ŞENOL’un evine varıyoruz. Vakit kaybetmeden çantalarımızı traktöre yerleştiriyoruz. Mehmet arkadaş aşama kaydetmiş, rahat oturalım diye traktöre sünger minderler koymuş. Traktör tozlu yollarda sarsıla sarsıla ilerliyor. Vardığımız kamp alanı çok güzel, görüş açısı fazla, vadiye hakim, yeşil bir alan, burada hem su var hem de tuvalet. Büyük bir rahatlık. hemen çadırlarımızı kuruyoruz. Çalışmalarımız devam ederken, diğer arkadaşlarımız da geldi.21 kişilik bir ekip olduk. Çoğunluğu gençlerden oluşuyor. Tanışmalar sohbetler derken, akşam yemeği için herkes faaliyet içerisinde.
Rehberimiz sabah yapacağımız Büyük Demirkazık faaliyeti için toplantı yaptı, dağa çıkabilecek 10 arkadaş belirledi. Diğer arkadaşların ise yolun belli bir yerine kadar birlikte yürüyebileceğimizi belirtti. Toplantı bittikten sonra biz 4 arkadaş kapı diye tabir edilen Narpuz vadisine bir yürüyüş yapma kararı alıyoruz. Çok hızlı bir şekilde yürüyüşe başladık. Derin vadiler ve muhteşem kaya blokları arasında, yarı çarsak ve belirsiz patika yolunda ilerliyoruz.Normal bir yürüyüşle bir buçuk saatte varılacak yere 55 dakikada varıyoruz.İşi biraz abarttığımız için, çok yoruluyoruz.Dönüşle birlikte bir buçuk saatte faaliyetimiz bitiyor.Sabah yürüyeceğimiz yol için antrenman oluyor.akşam yemeğimizi yiyip, uyumak üzere çadıra girdiğimde saat 21.00 olmuştu.Kararlaştırıldığı gibi saat 01.00’de kalkılacak ve saat 02:00’de yürünecek.Ben yorgunluktan hemen uyumuşum.Saatin alarmıyla uyandım.Bütün çadırlarda hummalı bir faaliyet.Herkes zamanında hazırlandı.saat 02:00’de tek sıra kafa lambalarımız açık olarak yola koyulduk.Karanlıkta uçuşan ateş böcekleri gibiyiz.Gökyüzü apaydınlık,yıldızlar o kadar parlak ve yakın görünüyor ki, bir hamle yapsan tutulacak gibi duruyor.Şehirlerde yıldızları böyle göremezsiniz.Çünkü hava kirliliği buna izin vermez.Dün akşam 55 dakikada yürüdüğümüz yolu bir buçuk saatte alıyoruz. 1. Narpuz vadisi bitiyor ve kapı denilen yokuşu tırmanıyoruz. Çok dik ve gayret harcanması gereken bir yer. Belli bir noktaya geldikten sonra zirve yapması kararlaştırılan arkadaşlar yola devam edecek ve diğer arkadaşların ise şafak sökümünde geri dönmeleri için emniyetli bir yerde beklemeleri istendi. 9 kişi ile ekip yoluna devam etti. Bir süre daha dik kayalar çıkıldıktan sonra yan geçiş yapıyoruz. Burası o kadar karışık ki rehber olmadan ne ileri ne de geri gidebilirsin, kaya ve uçurumlar insanı tedirgin ediyor. Kahvaltı ve biraz dinlenmek üzere mola veriyoruz. Ben yanıma yufka ekmeği ve ilk defa karper markasıyla çıkan peynir almışım. Termosumdaki sıcak suya da çay attım. Ancak sabahın o saatinde ve o yorgunlukla peynir çok lezzetsiz geldi, hatta midemi bulandırdı. Bir iki lokmadan sonra yemeği kestim. Mola bitimi yola devam ediyoruz. Şimdi düz bir alandayız. Etrafımızdaki yüksek kaya duvarları, şafakla birlikte daha da heybetli görünmeye başladılar.
Kızıl çarsak denilen alana vardık, burası çok dik ve iki adım atarken bir adım geri geleceğin ve çok yoğun güç harcaman gereken bir yer. Bıkmadan usanmadan yürüyoruz. Arkada bir arkadaşımız yavaş yürüyor, artçı arkadaşımız da ona refakat ediyor. Geride bıraktığımız grupla uyum içinde yürümek için tempomuz düşüktü. Bu yeni durumla birleşince, faaliyet süremiz iyice uzayacak. Kızıl çarsak çok yoruyor, sol taraftaki kayalara tutunarak yürümeye gayret ediyoruz. Yaklaşık yedi saatlik bir yürüyüş sonunda dağın külah diye tabir edilen kısma varıyoruz. Dağın geri kalan bu kısmı o kadar dik görünüyor ki, adeta içim titriyor. Tırmanışın son kısmını oluşturan zirve külahı, 45-40 derece eğimli kaya yüzeylerinden oluşmaktadır, emniyet imkânı kısıtlıdır ve rota, dağın dimdik doğu yüzünü çok yakından izlediği için, oldukça boşluk hissi yaratan bir tırmanıştır. Burayı tırmanmak için kaya eğitimi almak gerekiyor. Arkadaşlarla bir durum değerlendirmesi yapıyoruz. Sonuçta 5 kişi zirve denemesi yapacağız. Bu beş kişi arasında ben de varım. Benim ki biraz deli cesareti, çünkü kaya tırmanışı konusunda fazla deneyimim yok. Rehberimiz tırmanacağımız rotayı gösteriyor, ben inanmıyorum, herhalde şaka ediyor sanıyorum. Ama tırmandıkça hocamın dediği rotadan ilerliyoruz. Çok sert bir zemin ve boşluk hissinden dolayı, insan son derece tedirgin oluyor. Herhangi bir yuvarlanmada yüzlerce metre uçurumlardan uçmak olası. Kokumdan kayalara öyle bir yapışıyorum ki kendim bile şaşıyorum. Yaklaşık bir buçuk saatlik tırmanış sonucu zirve görünüyor. çok heyecanlanıyorum. Öyle bir pozisyon ki, zirveye gitmekten vazgeçemezsin. Çünkü dönüşün ip inişiyle yapılması lazım. Zirveye vardık, bazı arkadaşlar zirveye varmamıza izin verdiği için dağa teşekkür ediyorlar. Hava bulutsuz ve mükemmel bir görüş mesafesi var. Uzaktan Erciyes, Hasan dağı ve Bolkar dağları görünüyor. Çok mutluyuz, büyük bir zorluğu başardık. Fotoğraf çekmeler, kutlamalar ve dinlenmek üzere 20 dakika kalıyoruz zirvede. Daha dönmeden dönüşü düşünüyorum, buradan nasıl aşağı ineceğiz diye. Kaçarı yok, dönmeye başlıyoruz. Rehberimiz yanına ip almış, bizlerde önceden hazırlıklıyız. Üzerimizde emniyet kemeri, sekizli, HMS, kilitli karabina ve yardımcı ip var. Daha önce sporcular tarafından yerleştirilmiş sikkelere yeni perlon takarak iniş ortamı hazırlıyoruz. Normalinde önceden takılmış sikkelere güvenmemek lazım ama yapılacak fazla bir şey de yok. Her dağa çıkan sporcu yeni sikke çaksa yer bulamayacağı gibi, her taraf sikkeyle dolar. İlk inişte çok heyecanlanıyorum. Doğru saydıysam, 6 kere ip açmak kaydıyla toplamda 240 metre ip inişi yapıyoruz. İnişimiz çok başarılı geçiyor. Külahın geri kalan kısmını ise ip açmaksızın, çok dikkatli bir şekilde iniyoruz. Saatlerce çıktığımız kızıl çarsak 20 dakikada iniyoruz. Altımızdan çarsak öyle hızlı akıyor ki, kay kay yapıyor gibiyiz. Yorgunluk ve aşırı güneş hepimizi çok hırpalıyor. Saatlerdir yoldayız. Kamp alanına yaklaştığımızda 4-5 genç arkadaşımız bizi karşılıyor ve tebrik ediyorlar. Çadır alanına vardığımızda bütün arkadaşlarımız bizi karşılıyor ve tebrik ediyorlar. tüm faaliyetimiz on altı saat sürüyor. Çok büyük güç harcıyoruz. Yorgunluktan içtiğim çayın tadını bile alamıyorum. Dinlenmeye zamanım yok. Çünkü çadırımı toplayıp, Bursa’ya dönmem lazım. Arkadaşlarımın yardımıyla çadırımı ve eşyalarımı topluyorum. Mehmet ŞENOL’un traktörü ile ben, Tuncel KUNDAKÇILAR ve Nurihan AKINCI tozlu yollarda ilerleyerek, çukurbağ köyüne ulaşıyoruz. Burada daha önce anlaştığımız ve bizi Niğde otogara bırakacak aracı bekliyoruz. Her tarafımız toz içerisinde. Bekleme anını temizlenmeye çeviriyoruz. Nihayet aracımız da geldi. Lada cip gibi bir şey, toz içerisindeki çantalarımızı aracın üstüne yüklüyoruz. şoför bağlama gereği duymuyor ama ısrarımızla çantalarımız bağlıyor.Yola koyulduğumuzda cipi yarış aracı gibi kullanıyor, iyi ki çantalarımızı bağlamışız yoksa bu rüzgara ne çanta dayanır, ne de başka bir yük.Çanta perlonlarımız cipin tavanını dövüyor, rüzgarın hızına göre ritim değiştirerek, çalgı aleti sesi çıkarıyorlar.60-70 km yolu bitirip, otogara varıyoruz.Bursa’ya araç bulamadığımız için 01:00 da Ankara otobüsüne bilet alıyoruz.Daha saat 22:00 yemek için lokanta arıyoruz, bu saatlerde neredeyse her yer kapanacak.bir yer bulup karnımızı doyuruyoruz,yorgunluk ve uykusuzluktan ayakta zor duruyoruz.Saat 01:00 olsun diye bekleşiyoruz.Ankara otobüsüne biner binmez gözlerimiz kapanıyor.Ben uyandığımda Ankara otogarındaydım.İşimiz bitmedi 07:00 Bursa otobüsüne biniyoruz, uyku halini burada da devam ettiriyoruz.Nihayet Bursa’dayız ve saat 12:00, arkadaşlarımla vedalaşarak, gürültülü, patırtılı, stresli şehir hayatına bıraktığım yerden devam ediyorum.TEMMUZ 2011 Haydar BOZADA

Isparta Eğirdir Dedegöl Dağcılık Şenliği 2011

DEDEGÖL DAĞI ETKİNLİĞİ

Eğirdir Turizm Tanıtma ve Doğa Dermeği tarafından gelenekleştirilen ve her yılın Mayıs ayının 3. Haftası bir şenlik düzenlenmektedir. Şenliğin düzenlediği alan 1750 metre rakıma sahip, çam ormanlarının arasında Melikler yaylası denilen bir yerdir. Bu şenliğe Türkiye’nin pek çok ilinden ortalama 700-800 dağcı katılarak Dede Göl zirvesine tırmanmaktadırlar. Bu şenliğe dağcıların yanında amatör olarak ilgilenenler ile pek çok vatandaşlarda katılmaktadır
Dede Göl dağı Isparta il sınırları içinde, Yenişarbademli ilçesinde 2998m'lik zirvesiyle Toros dağları silsilesinin en güzel dağlarından biridir. Özellikle ilkbahar döneminde Dede Göl dağı ve yakın çevresindeki bitkisel doku incelenmeye değer bir güzellik sergilemektedir. Dede Göl rengârenk binlerce çiçeğe ve böceğe ev sahipliği yapan dağcıların ve kampçıların sıkça ziyaret ettiği en gözde dağlardan biridir. Dağın eteklerinde yer alan ve 14,9 km uzunluğu ile Türkiye'nin bilinen en uzun mağarası olan Pınar gözü mağarası da bu dağda yer almaktadır
Bu kadar güzel bir dağ olur da bu etkinliğe katılmamak olmazdı.
Gemlik Yaşam Atölyesi Derneği bu faaliyet için organizasyonu üstlendi. Etkinliğe Gemlik’ten Mehmet GÜR, Murat GENÇ, Rıdvan ÖZBİRCAN, Hasan Gökhan YETER ve Haydar BOZADA olarak gitmeye karar verdik. Murat GENÇ arkadaşımız doğma büyüme Eğirdir’ li olup, bize rehberlik edecektir. Bu arkadaşımız, Bursa’dan bu faaliyete katılan Budak Dağcılık ve Doğa Sporları Kulübüyle hareket edecek, biz dört kişi ise Rıdvan arkadaşımızın aracıyla Eğirdir ilçesine gideceğiz. Hareket günü olan 20 Mayıs 2011 Cuma günü saat 18:00’ de çarşı meydanında buluştuk. Bu etkinliklere kocaman kocaman çantalarla gideceğimiz için arkadaşımızın, otomobil bagajını tıka basa doldurduğumuz gibi, arkaya oturacak iki kişinin arasına da bir çanta yerleştirdik ve güle oynaya yola koyulduk, Bursa ‘dan gelecek arkadaşlarımızla İnegöl Özdilek tesislerinde buluşmak üzere randevulaştık. Biz kısa denilecek bir sürede tesislere vardık. Arkadaşlarımız gelmeden kampta lazım olacak malzeme alışverişi yapmaya karar verdik. Yeni arkadaşlarımız çok heyecanlı, her malzemeden almak istiyorlar, her tarafımız eşya doldu. Kahvaltılar için yağ, peynir,zeytin,çay,ekmek, diğer yemekler için makarna,bulgur,salça,yağ,tuz vs.
Bursa ekibi beklenilen saatte gelemeyince telefonla görüşerek Bozüyük’te buluşmak üzere yola koyulduk. Bozüyük’e vardığımızda aracımızı bir kenara çekerek, şehirde dolaşmaya çıktık. Bozüyük’te nereye gidilir ki, tek işlek caddesinde ilerledik. Geçen yıl olduğu gibi seyyar arabalar ile kokoreç, köfte yapan meydana vardık. Ortalığı yanık yağ ve et kokusu ve dumanı sarmış. Arkadaşlarımız acıkmış, kokoreç yiyelim fikri çıktı. Küçük bir çay ocağına oturduk. Genç bir delikanlı üstünde önlüğüyle yanımıza gelerek, kokoreçlerini överek siparişimizi aldı. Ben ve Mehmet arkadaş çeyrek ekmeğe Hasan ve Rıdvan arkadaşlarımız yarım ekmeğe kokoreç istediler. Sipariş gelene kadar peş peşe çay içiyoruz. Nihayet siparişlerimiz de geldi. Tuz ve baharattan ne yediğimizi anlayamıyoruz. Bursa ekibi de geldi. Bir panelvan araç, bir de doblo araçta toplam 4 bayan olmak üzere 13 yetişkin insan, 1 çocuk ve 2 tane de evcil köpek. Hoş geldin faslından sonra o arkadaşlarda yemek ve muhtelif ihtiyaçlar için şehre dağıldılar. Hazırlıklar tamamlanıp yola çıkana kadar zaman bir hayli ilerledi. Yolda en arkada bizim otomobil var. Ancak Bursa ekibi o kadar hızlı ki bir türlü bir araya gelemiyoruz. Yollarda sık sık mola da vermeye başladık. Arkada oturuyorum, yerim dar sayılır. Gözlerimden uyku akıyor, bazı yerleri, yarı uykulu geçiyorum. Sabaha doğru Eğirdir ilçesine girdik. Gecenin o saatinde Murat arkadaşımız babasının
Evine uğradı, biz de petrol tesislerinde araçlarımıza yakıt aldık, biraz ileride açık bir fırın bulduk ve oradan yeni çıkmış sıcak ekmeklerden aldık.40 dakikalık bir araç yolculuğundan sonra Melikler yaylasına vardık. Eğirdir Turizm Tanıtma ve Doğa Dermeği yetkilileri bizi karşıladılar. Kampın bir yerinde ateş yanıyor. Çadırlarımıza yer aradık, genişçe bir alan beğen beğen yerleş. Çadırlarımızı karanlıkta çabucak kurduk ve yorgunduk. Uyumak üzere uyku tulumlarımıza girdik,saate baktım 05:10 Gemlik’ten çıkalı 11 saat olmuş.Yerim çok güzel, ince dağ havası, çam ağaçlarının altı, şafak sökmek üzere, dışarıda bir kuş cümbüşü başladı, tarif edilemez.Bu güzel ortam ve havada hemen uyumuşum. Arkadaşlarımızın seslenmesiyle uyandığımda saat 07:30 olmuş. Murat arkadaşımızın babası Hüseyin GENÇ ’in aracıyla kamp alanına geldiği ve gelen arkadaşlara kahvaltı hazırladığını söylediler. Hüseyin ağabey güler yüzlü,bonkör ve işçi emeklisi biri. Paylaşımcı, yardımsever ve çok iyi bir insan.Ben hemen giyinip, yanına vardım. Bir taraftan da kamp alanını gözlüyorum.Çok güzel bir yer.Yemyeşil.Buraya su getirilmiş ve tuvalet yapılmış.Mükemmel bir hizmet.Yoksa buraya gelecek yüzlerce insanın hijyen kurallarda yaşaması çok zor.Hüseyin ağabey piknik tüpüne demliği koymuş çaylar hazır.Bir yerlerden de masa bulmuş, bütün arkadaşlar kahvaltıya geldi.Kampçılık yapanlar bilir, bu ortamlarda sıcak su elde etmek, hem pahalı hem de zahmetli bir iş, ama bizim Hüseyin ağabeyimiz var.Sabah programımızda Yeşil göle gitmek var. Bu göl 3 saatlik bir mesafede 2200 metredeki bir krater gölü. Hep beraber yola koyulduk. İrtifa giderek yükseldi, yüksek kaya duvarlarının ve bazı yerlerde derin vadilerden geçiyoruz. Hava açık ve güneşli, manzara çok güzel, Isparta’nın bu dağlarında insan aylarca kalabilir.Önden 3-4 arkadaş göle vardık.Gölün etrafında hala karlar var.fotoğraf çekiyoruz.Bizim gruptan, Erdal,Murat ve Hasan arkadaşlar üstlerinde şortlarıyla buz gibi göle girdiler.Erdal arkadaş bir taraftan da canı yanıyormuş gibi bağırıyor.Kendi adıma bu kadar soğuk suya girmem.Su neredeyse buz tutmuş, o kadar soğuk.Bütün grup tamamlandı, dönüş yoluna koyulduk, yaklaşık 1,5 saatlik yolculuk sonucu kampa vardık.Sabah biz çıkarken neredeyse boş olan kamp alanı ağzına kadar dolmuş,her tarafta hummalı bir faaliyet.Çeşmeden su alanlar,çadır kuranlar,sohbet edenler,bağıranlar, her türlü ambiyans var.Bizim gruptan bazı arkadaşlar gölün ve dağların tadını çıkarmak için kamp alanına geç döndüler.Ben kamp alanında gezinirken, İzmir’den arkadaşım Zeki AKIN ve Isparta’dan Arife GÜNBEY ile karşılaşıyorum.Çok acıkmışız ne yiyeceğimizi düşünürken, Hüseyin ağabeyin, bizlere yemek hazırladığını öğreniyorum.Türlü ve etkili bulgur pilavı.Bir yemek bu kadar lezzetli mi olur.Hayret ediyorum, bu kadar insana bu dağda bu yemeği nasıl yaptın.Kendisine yine teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Kamp alanında TDF başkanı Alaattin KARACA ile karşılaştım, ayrıca Isparta valiliğinden ve Askeri yetkililerinin de kamp alanında olduğunu görüyorum. Organizasyonlar içinde sağlık hizmeti verecek kuruluşlar da var. Bu organizasyon kapsamında katılımcılara akşam yemeği olarak Kuru fasulye salata ve tatlıdan oluşan bir menü de verilmektedir. Yemek kuyruğu bir hayli uzun.Ama ne gam Hüseyin ağabey bize pirzola getirmiş.Şaka değil gerçek.Ben böyle beslenmeyi pek tercih etmiyorum,çünkü yarın çıkacağımız 2998 metredeki Dede Göl dağı faaliyetinde olumsuz etki yapabilir.Ancak başka da şansım da yok.El birliğiyle ormandan odun topladık,kocaman bir ateş yaktık, başladık pirzolaları pişirmeye, hepimize yetti, afiyetle midelere indirdik.işimiz bitince ateşimize su dökerek söndürdük.Yaptığımız toplantıda Bursa grubu olarak saat 03:00’da kalkacağız, hazırlıklarımızı tamamlayıp, saat 04:00’de zirve yapmak üzere harekete geçeceğiz.Akşamdan termoslarımıza sıcak su hazırladık.Büyük bir huzur içinde uyku tulumuma girdim ve hemen uyumaya geçtim.03:00 ‘de telefonumun alarmı çaldı.Alışkın olduğumdan hemen kalktım.Çabucak giyindim.Dağa götüreceğim malzemeleri çantama yerleştirdim.kahvaltılılarımı açtım, ortaya peynir ve bal çıkardım.Termosumdaki sıcak suya da çay attım.Bu saatte ne yenir ki bir parça ekmek ile bal yemeye çalıştım,ancak bal genzimi yaktı, vazgeçtim.bir bardak çay içtim, kafa lambamı taktım batonlarımı ayarladım ve yola hazırım.Rıdvan arkadaşım ile çadırlarımız yan yana .Arkadaşım ıkına ıkına giyiniyor.Bir ara inleme sesiyle birlikte yardım istedi. Meğer botlarını giyerken, elini botunun metal aksamına taktırarak kanatmış. Arkadaşlar oraya yara bandı bağladılar ve bu arkadaşımızda yola hazır. İlk çıkan grup biziz, kafa lambalarımız takılı ve tek sıra halinde yürüyüşe başladık, ortalık kapkaranlık. Rota giderek yükselmeye ve yarı çarsak, kayalık bir zemine kaydı. Ekip hızlı hareket ediyor. Kar kulvarına geldiğimizde tozluklarımızı taktık, ortalık aydınlanmaya başladı,bir şanssızlığımız, güneşin önünü bulut kapladığından,doğuşunu göremedik.Yükseldikçe eğirdir gölünü görmeye başladık, dağın bir tarafında da küme küme bulutlar var.sanki bulutların üzerindeyiz.tarif edilemez bir güzellik.zirveye varıyoruz.arkadaşlar fotoğraf çekiyorlar ve manzara seyrediyoruz.Zirvede tam 45 dakika kalıyoruz.Bizden bir saat sonra çıkacak gruba Murat arkadaşımız rehberlik yapıyor.Murat o kadar hızlı ki zirvede bize katılıyor.Diğer gruplarda yavaş yavaş gelmeye başladılar.Biz dönüş yoluna geçtik.Yolda karşılaştığımız diğer sporcular bizi tebrik ediyorlar.Geri dönüş yolunda ki manzara çok ilginç, her türlü giysili ve her yaştan kadınlı erkekli gruplar yollarda.Bazıları şehir kıyafetleri içerisinde, hırkalarıyla veya montlarıyla yollara düşmüşler.Yollar insanla dolu.Kimisi pes etmiş geri dönüyor, kimisi de daha yolun başındayken,bize kaç saatlik yolun kaldığını soruyor.Dönüş benim için daha zor.Dağlardan aşağı inmek her zaman zordur.İnsanın dikkatinin dağıldığı ve en çok kazanın meydana geldiği zamanlardır.Bütün ekip başarıyla zirve yapıyor ve kampa dönüyoruz.Önümüzde bol zamanımız var.
Arkadaşlar güneşli güzel havada yerlere yayılmış,bir şeyler yiyorlar.Bize eşlik eden iki adet evcil köpekte maskotumuz olmuş,elden ele dolaşıyorlar.Yeme içme faslı bitti, ağır hareketlerle herkes çadırını toplamaya koyuldu.Hazırlıklar bitince kamptaki tanıdıklarımızla vedalaşıp, toplam üç adet aracımıza doluşarak Eğirdir’e hareket ediyoruz.Eğirdir çok güzel ilçe,Dünyanın en temiz gölü bu ilçeye hayat veriyor.Eskiden yarımada olan sonradan karaya bağlanarak yarımada olan yere yemek için gittik.Neredeyse herkes göl levreği siparişi verdi.bekle bekle sipariş gelmez, bu arada masaya gelen salatalar,sepet sepet ekmeklerle tükeniyor.Hatta bazı masalara 2. Salata siparişleri de verildi.O salatalar da ekmeklerle tüketildi.Herkes neredeyse tok olmuştu ki, siparişlerde geldi.yeme içme faslından sonra yola koyulduğumuzda saat 16:30 olmuştu.Planlandığı gibi saat 23:00’de herhangi bir sorun yaşanmadan Dede Göl dağı faaliyeti tadı damağımızda evlerimize ulaştık.

Haydar BOZADA
Kaleminden
Gemlik Yaşam Atölyesi Derneği Faaliyeti

ataya bağlılık uludağ zirve tırmanışındaydık



VI. ATA'YA BAGLILIK ULUDAG ZIRVE TIRMANISI
18-19-20 Şubat 2011 tarihlerinde Uludağ Üniversitesi Dağcılık ve Doğa Sporları Topluluğu’nun düzenlediği 6. "Ata'ya Bağlılık Uludağ Zirve Tırmanışı" faaliyetine Zirve Dağcılık ve Doğa Sporları Kulübü ve Gemlik Yaşam Atölyesi derneği üyesi olarak katıldım.
18 Şubat 2011 tarihinde Merinos Park’da Trenli restoran olarak da bilinen yere Türkiye’nin dört bir yanından gelen yaklaşık 30 üniversite gençliği, bireysel sporcular ve kulüplerini temsilen en fazla üçer sporcu olmak üzere büyük bir topluluk birikmişti. Dağcılık koşullarına uygun giyimleri kuşanmış Gençler ortalığı bayram yerine çevirmişlerdi. Organizasyonu yapan Uludağ Üniversitesi Dağcılık Kulübü katılımcılara akşam yemeği ikram etti, yemekten sonra topluca O.K.M Kırmızı Salonda Uludağ Üniversitesi eski mezunlarından Haldun AYDINGUN' un dağcılık ve dağlarda hayal kurmak üzerine slayt gösterisi eşliğinde deneyimlerini anlatarak sağcılık sporu hakkında bilinmeyen konular hakkında açıklamalar yaptı. 19 Şubat 2011 saat 08:00 Atatürk stadyumunda Uludağ’a tırmanmak üzere buluşmaya karar verilerek toplantı sona erdi.
Belirtilen gün ve saatte bütün sporcular bir araya geldik.Toplam 4 otobüs ile Uludağ oteller bölgesine hareket edildi. Oteller bölgesinden kamp alanı olan wolfram madenine yürünerek toplamda 2,5 saat sonunda ulaşıldı. Hava rüzgarsız , sisli, ancak soğuk sayılmayacak durumdaydı. Herkes çadırlarını büyük bir neşe içerisinde kurarak yerleşmeye çalıştı. Ancak bazı gruplar kardan öyle duvarlar yaptılar ki sanki kardan yeni bir şehir inşa ettiler. Bazı gençler hızını alamayarak 20 Şubat 2011 de tırmanacağımız kapı olarak tabir edilen dağ çıkışını kontrole gidip geldiler.
Akşam olunca bütün sporcular çadırlarına çekilerek yarın ki zirve tırmanışı için hazırlıklara başladılar. Organizasyon komitesi 3’ er kişiden oluşan grup liderlerini dağ çıkışı ve rota konusunda bilgilendirme yapmak üzere saat 19:00’ da bir toplantı düzenledi ve bu toplantıda kazma krampon ve kaskı olmayan sporcuların tırmanışa katılamayacağını ve hareket saatinin 05:00 olduğu bütün sporculara bildirildi.
Saatlerimizi 04:00’ e kurarak uyumaya çekildik.
04:00’de çalan saatimiz ile uyandık.1 saatlik bir hazırlıktan sonra giyim kuşam işlerimizi tamamlayarak kafa lambalarımızla tek sıra halinde, ilk grup 61 kişi olarak saat 05:00’ de tırmanışa geçtik. 2. Grup ise 54 kişi olarak saat : 05:15’de tırmanışa başlayacak. Bazı yerlerde dize kadar batan kara ve soğuk ve hafiften yağan kara rağmen ekip çok hızlı bir şekilde yoluna devam etti. Kapı çok dik ve aşağıdan bakınca grup kırkayağı andıran ancak kafa lambalarının yaydığı ışık ile ateş böceklerini andırıyor.
Büyük zirveye 4 saat 10 dakikalık bir yürüyüş sonunda varıldı. Burada temel ihtiyaçlar giderildi, fotoğraflar çekildi ve saygı duruşundan sonra saat 09:50 de geri dönüş için harekete geçildi. Yolda ikinci grup ile karşılaşıldı, ekip aynı hız ve disiplin ile kapı denilen son derece dik ve tehlikeli sayılacak iniş alanına gelindi. Grup liderleri öne geçerek diğer sporcuların rahat inmeleri için izler açtılar.Toplam olarak 30 dakikada bütün sporcular kazısız belasız balkon yapmış kapıdan aşağı indiler. Kamp alanına vardığımızda saat : 13:30 du. Tırmanış faaliyeti 8,5 saat sürmüş, yorulan sporcular çadırlarına çekilerek kısa bir dinlenmeye geçtiler. Çünkü oteller bölgesine varmak için yoğun karda kamp yükü altında 1,5 saatlik bir yolculuk yapmaları gerekiyordu. Organizatörler saat 15:30’ a kadar hazırlıkların bitirilmesini ve belirtilen saatte hareket edileceğini bildirdiler. Kısa bir moladan sonra sıkı bir tempo ile çantalar yerleştirildi ve çadırlar sökülerek saat 15:30’ da oteller bölgesine hareket edildi. Yaklaşık 1,5 saat sonunda oteller bölgesinde bizi bekleyen 4 otobüse doluşarak organizasyona dahil olan ve yine Merinosta katılımcılara katılım belgesi verilmek ve akşam yemeği yenmek üzere hareket edildi. Saat 18:15 te Bursa’ ya gelindi bütün sporculara akşam yemeği verilerek akabinde katılım belgesi verildi.
Uludağ Üniversitesinin gelenekselleşen ATA'YA BAGLILIK ULUDAG ZIRVE TIRMANISI organizasyon açısından çok düzgün ve mükemmeldi. Gençler görevlerini başarı ile yerine getirerek, büyük bir dayanışma örneğini gösterdiler. Şubat 2011 HAYDAR BOZADA

Erciyeste zirvede biz bize:

Sevgili Haydar abimiz yine zirve peşinde bakınbu sefer kaleminden neler dökülmüş ,
Zirve Dağcılık ve Doğa Sporları kulübü İstanbul ve Kocaeli üyelerinin 25-26 Aralık 2010 tarihlerinde Erciyes’e yapacakları kış tırmanışına Bursa’dan arkadaşım, Nurihan Akıncı ile birlikte katılmaya karar verdik. Etkinliğin rehberi Hakan Koyuncu. Bu arkadaşımız aynı zamanda kulübün eğitim faaliyetleriyle de ilgileniyor.
Erciyes’e Nisan 2010 ayında çıkmıştım. O tarihte bile dağda akşam eksi 16 derece soğuk vardı. Şimdi daha şiddetlisi olur diye tedirginlik duyuyorum. Ama bu kez, yanımda çok güvendiğim tecrübeli bir arkadaşım var ve çadırımız 5 mevsim. Arkadaşım ile birlikte günler önceden hazırlıklarımızı yapmaya başladık. Bu hazırlıklar aşamasında Türkiye Dağcılık Federasyonunun düzenlediği Sarıkamış Şehitlerini anma etkinliği kapsamında yaptıkları Allahuekber dağlarına tırmanmak üzere 17-20 tarihleri arasında Kars’taydım. O faaliyeti başarıyla yerine getirmiştim. Ancak ayak tırnağım düşmek üzere olduğundan biraz sıkıntı çekiyordum. Onun da çaresini buldum, EÜAŞ doktoru arkadaşım Ümit Özcan bana tedbiren antibiyotik ilaç yazdı ve herhangi bir enfeksiyonun oluşmasına engel oldum. Daha doğrusu verdiğim sözden dönüş olmazdı, Erciyes’e kış tırmanışı yapmam gerekiyordu.
24 Aralık 2010 akşamı arkadaşım, Nurihan Akıncı ile birlikte saat 19:30 Süha Turizm Otobüsü ile Kayseri’ye hareket ettik. Bu etkinliğe toplam 10 kişi katılacağız. Arkadaşların ikisi otobüs ile diğerleri uçak ile Kayseri’de olacaklar.25 Aralık sabahı saat 06:00’da Kayseri’ye vardık. Servis aracıyla daha önceden kararlaştırdığımız Develi Minibüs durağına gittik. Dışarıda soğuk sayılabilecek artı bir derece hava var. Minibüs durağı açılmamış ama dışarıdaki araçlara yolcular biniyor. Çantamızı teslim edecek bir yetkili arıyoruz. İçeriden gelen ışık üzerine bir kapıyı çaldık, kapı açıldı içerisi sıcak ve bir yatakhaneyi andırıyor. Çantalarımızı bırakıyoruz çıkıyoruz. Planımıza göre arkadaşlarımız saat 09:00’da gelecekler, biz de rahat rahat gezeriz diye planlama yapıyoruz. Kahvaltı olarak çorba içelim diye karşımıza çıkan ince uzun içerisinde kimse olmayan bir lokantaya giriyoruz. Tezgâhta çorba görünmüyor ama aşçı bizi çorba içmeye çağırıyor. Siparişlerimizi veriyoruz, aşçı ekmeğe hamle yapıyor ama ekmek olmayınca siz bekleyin fırından alıp geleyim diyor. Bir süre sonra ekmekle geri döndü ve çorbalarımız da geldi. Çorbaların görüntüsü iyi olmadığı gibi tadı da hoş değildi. Benim arkam tezgâha dönük olmadığı için bakamadım, meğer aşçı önceden kalan çorbaları mikrodalga fırında ısıtmış da vermiş. Bizde acemi liseli gençler gibi ilk gördüğümüz lokantaya dalmak ile payımıza düşeni almış olduk. Yılmıyoruz, çorbacı aramaya devam ediyoruz. Bu kez bulduğumuz başka bir lokanta nispeten daha iyi servis yaptı. Biz de iki kez kahvaltı yapmış olduk. Saat 09:00 olmadan arkadaşlarımızın Kayseri’ye indiklerini öğreniyoruz. Arkadaşlarımızın kiraladıkları araca, Develi minibüs durağında biz de biniyoruz. Onlarda kahvaltı için “Ananın Yeri” diye bir lokantaya gidiyorlar. Hep beraberiz. Kahvaltı açık büfe. Arkadaşlar 12 TL karşılığı tabaklarını tıka basa dolduruyorlar. Birisi garsona sucuklu yumurta yapsanız açık büfe kahvaltıya dahil mi diye soruyor. Olumlu cevap alınca onun da siparişini veriyorlar. Ben ve Nurihan ekşili çorbalar içtiğimizden üçüncü kez kahvaltı yapmak istemiyoruz. Masalara termoslar içerisinde çaylar gelmiş ve bunlar da bedava. Durmadan çay içiyoruz. Ancak ben bir taraftan arkadaşların kahvaltılarına bakarak iç geçiriyorum. Nurihan gelen sucuklu yumurtanın tadına baktı, beni de teşvik edince dayanamadım, bende tadına baktım. Kahvaltı faslı bitince dağda yemek üzere buradan lavaş ekmek ve gözleme alıyoruz. Bir marketten ufak tefek alışveriş yaptıktan sonra daha fazla zaman kaybetmeden kiraladığımız araç ile dağ yolun koyuluyoruz.

Aracımız ile Jandarma Karakoluna varıyoruz. Gerekli bilgiler, kimlikler verilip, imzalar atılıyor. Sonra telesiyejlere binmek üzere oteller bölgesine geçtik. Orada ki görevli gidiş dönüş için 28TL/kişi ücret istiyor. Hiç de pazarlık yapmıyor. Paraları verip, telesiyejlere ikişer ikişer biniyoruz.Yaklaşık 30 dakikalık yolculuktan sonra telesiyejlerden inip, kamp alanına gitmek üzere çantalarımızı yükleniyoruz.Bir arkadaşımız tur kayağı ile geleceği için onu ayarlıyor, onunla kamp alanına gelecek.Tur kayağını daha önce duymuştum.Enteresan bir araç.Yukarı doğru yürütüyorsun, buna zirve dahil, ancak altındaki özel bir deriden dolayı geri kaymıyor.Yolda pek de hızlı ilerleyemiyoruz.Grup yavaş yol alıyor.Hava açık ve güneş var.Benim tek hedefim güneş batmadan fırtına çıkmadan çadırımızı kurmak.Yürüyüş boyunca bazı yerlerde kar dizlerimize kadar geliyor.İz açmak üzere arkadaşlar nöbetleşe öne geçiyorlar.Bazı yerlerde rüzgar hızını artırıyor, hava soğuk sayılır.Allahuekber dağlarının yanında yaz gibi ama yine de soğuk.Bir ara tur kayağına binen arkadaşı bekliyoruz,bağlantımız koptu, sonunda o da görünüyor, hep beraber hedeflediğimiz kamp alanına varıyoruz.
23 Nisan’da Gemlik Yaşam Atölyesi Derneği üyelerinden Ayhan ve Rıdvan arkadaşım ile Erciyes’e tırmanmak için buraya gelmiştim.Bize Isparta’dan Arife arkadaşımız da katılmıştı.O faaliyette Yurtdışından Melih, Türkiye’den Timuçin ve Dr Abdullah ile tanışmıştım.Onlarla birlikte zirve yapmıştım.Onlarla hala dostluklarım devam ediyor.Ben şimdi burada o arkadaşların kulaklarını çınlatıyorum.Kamp alanı çobanini denilen yerin biraz daha yukarısında bir tepenin altında ve rüzgara karşı korunaklı sayılır.Dizlerimize kadar kar var.Herkes çadırını kuracağı alanı belirleyip, çadır yeri için kar çiğnemeye başladı.Nurihan’la birlikte çadır yerini hazırlayıp, çadırımızı kurduk.Kulüp çadırı 5 mevsim ve çok konforlu.Çantalarımızı yerleştirdik,çadırın içi çok geniş,gerçekten çok rahatım. Tuncel Kundakçılar arkadaşımdan emanet olarak aldığım ocakta su ısıttık, çay içmek için.Yemek için ise “Ananın Yeri”nde aldığımız ikişer gözleme.Ben çok açtım, bir oturuşta çok yağlı olmasına rağmen soğuk gözlemeyi yedim.Nurihan yarıda bıraktı yemedi.Bol bol sıcak çay ve su içtik.Erken denilen bir saat olan 02:00’de uyanmak üzere uyku tulumlarımıza girdik.Yerim o kadar rahat ki, kısa sürede uykuya geçtim.Dışarıda bir ses,”Arkadaşlarım çok romantik bir ay ışı var dışarıda” diyor.Bu ses doktor Sabina’ya ait.Hayran kalıyorum.Soğuk havaya aldırmadan ve üşenmeden çadırından dışarı çıkmış arkadaşlarını manzara seyretmeye çağırıyor.Tabi kaldığım yerden uykuya devam ettim.Belli belirsiz bir ses duydum.Nurihan yana dönmemi istiyor.Birden uyandım, eyvah ben horluyorum, arkadaşım uyuyamadı.Nitekim öyle olmuş,arkadaşım,son iki saattir uyuyamıyormuş.






02:00’ye kurduğum telefonum çaldı. Yavaş hareketlerle tulumlarımızdan çıktık. bir taraftan giyinirken, bir taraftan da dağa götürmek üzere çantalarımıza malzeme dolduruyoruz. Sıcak su yaptık, birer bardak çay içtik. Dağa tırmanma saati 03:00’de. Ucu ucuna randevu saatine yetiştik.10 kişilik sporcu grubundan bir arkadaşımız çıkamıyor, 9 kişi olarak zirveye yürüyoruz. Önde Hakan Koyuncu, bizler de arkasında, kafa lambalarımız açık Nesrin Rotasının altına doğru yürüyüşe geçtik. Kar bazı yerlerde dizlerimize yakın geliyor. Sırayla bir arkadaşımız iz açmak üzere önde yürüyor. Bana sıra geldi ben de biraz hızlanarak grupla arayı açtım. Bir tepenin üzerine çıktığımda: uzaktan çakal uluması duydum. Hava açık. Gökyüzü apaydınlık. Mesai arkadaşım Arzu Candar’dan emaneten aldığım ve pek de kullanmasını bilmediğim fotoğraf makinesiyle karanlıklara doğru deklanşöre basıyorum. Yıldızları bu kadar parlak görmek her zaman mümkün olmuyor. Çok büyük keyif alıyorum. Nesrin rotasının dibine geldik. Aşağıdan bakınca çok dik bir rota. Kar yine yumuşak, çıkmak için çok enerji gerekiyor. Ben yine kendi isteğimle önde iz açmaya devam ediyorum. Grupla biraz daha ara açmışım. Bir süre sonra yakınıma Ömer arkadaş geldi. Baktım çok hızlı, öne geçmesini istedim. Çok güçlü bir sporcu, yorulmak nedir bilmiyor.
Saatler sonra Hörgüç kayasının altına kadar geldik. Hakan hocama nereden gideriz diye soruyorum. O da sırta çıkalım, kayanın arkası müsaitse oradan dolanıp çıkarız diyor. Çok dik bir yamaçtan sırta çıkıyoruz. Bazı yerlerde ayaklarımız dizlerimize kadar kara batıyor. Hep beraber sırta vardığımızda Hakan hoca kayanın arkasının müsait olmadığını ve kayanın önünden yan geçiş yapacağımızı söylüyor. Sırtta rüzgar hızını arttırdı. Çok da üşütüyor. Nispeten az rüzgar alan hörgüç kayanın bir köşesine sığınıyoruz. Üstüme bir uyku hali geliyor. Çok üşüdüm ondan diye düşünüyorum. Hakan hoca ip açacağını ve herkesin krampon giymesini istiyor.Hava çok soğuk. Krampon giymek üzere eldivenlerimi çıkardım. Zar zor kramponlarımı giyiyorum. Bu arada ellerim donmak üzere parmak uçlarım sızlıyor.İpin bir ucu Hasan arkadaş da, diğer ucunu Hakan hoca beline bağlıyor ve gruba öncülük ediyor.Sırayla dikkatli bir şekilde herkes, yan geçiş yapmak üzere sırttan aşağı indi.Faaliyet başarılı geçiyor.Yine önümüzde Ömer arkadaş var.Hakan hoca gideceğimiz rotayı gösteriyor.Herkes çok keyifli düzenli bir şekilde tırmanıyoruz.Rota çok dik.Nisan ayında yaptığım tırmanış,hörgüç kayanın tam dibinden ve çok dikti.O acemilikle oradan nasıl çıkmışız hayret ettim.Zirvenin dibine geldik.ilk üç kişi zirveye çıktığımızda saat 09:45’i gösteriyor.Yani altı saat kırk beş dakika tırmandık.En son zirveye çıkan Cengiz arkadaşımın pozisyonuna çok güldük.Sanki son nefesiymiş gibi, zirveye uzandı ve dik yamaca yattı.Çok başarılı bir şekilde zirvedeyiz.Fotoğraf çekmeler,tebrikler,oyalanmadan,dönüşe geçmemiz lazım. Çok dik Şeytan rotasından,aşağı doğru salınıyoruz Yaklaşık bir saatte rotanın dibine indik.Çok yorulduğumu hissediyorum Düzenli bir şekilde kamp alanına döndük.bir saat sonra kampı toplamak üzere herkes çadırlarına çekildi.Saat 13:15’de herkesin hazır olması gerektiği söylendi.Çabuk hareketlerle çantalarımızı toparlamaya bakıyoruz.Ancak çantalar çok özenli toplanamıyor.Dışarıda hatırı sayılır bir rüzgar var.Çadırı toplarken, pek de rahat değil.İki kişi çadırı toplayamadık,arkadaşlardan yardım aldık.
Herkes toplandı. Telesiyejlere doğru yürüyüşe geçtik. Kar yine yumuşak ve batıyoruz. Dönüp zirveye baktığım da yoğun bir fırtınanın koptuğunu gördüm. Ömer arkadaşım ile önde yürüyoruz. Ömer genç ve çok güçlü sporcu. Hızlı yürüyoruz, öyle bir yürüyoruz ki arkadaki grubu gözden kaybettik. Hedefimiz telesiyejlere varmak ve orada gurubu beklemek. Telesiyejlere vardığımızda çalışmadığını gördük. Haber vereceğimiz herhangi bir telefon numarası da yok. Bu tesisleri çalıştıranlar çok sorumsuz ve Kayseri’de bunlarla ilgilenen herhangi bir merci de yok. Bu yıl 23 Nisan’da da aynı olay başımıza gelmişti. Paraları peşin alıyorlar ama hizmet yok. Ömer’le aramızda durum değerlendirmesi yapıyoruz. Telesiyejlerin ikinci bölümüne yürüyelim ve oradan telesiyejleri çalıştıralım ki arkadaşlarımız rahat insinler. Bu durumu bildirmek üzere tüm ekip arkadaşlarımın telefonlarının çeviriyorum, maalesef herkesin telefonu kapalı. Hızla telesiyejlerin ikinci bölümüne doğru yürüyoruz.Oraya vardığımızda sadece çalışanlar var, onlar da yetkililerin aşağıda olduğunu söylüyor.Söylene söylene aşağı iniyoruz.Ancak aşağıdaki yetkililer çok pişkin, nereye şikayet ederseniz edin diyorlar.Tesislerde de Kayseri belediyesinin reklamı var.Erciyes için öngördükleri planlamalardan bahsediyorlar.Lüzumu yok buranın düzgün işletilmesine yardımcı olsunlar yeter.Dönüş için verdiğim parayı geri alıyorum.Arkadaşlarla nihayet irtibat kuruyoruz.Telesiyejleri çalıştırdık ve onlarda yaklaşık iki saat sonra aşağı inmiş oldular.Saat 17:00’da Jandarmadaki işimiz bitti.kiraladığımız araç ile aşağı iniyoruz.Bizim dönüş için biletimiz saat 18:30’da. Arkadaşlar ısrar ediyorlar hep birlikte yemek yiyelim diye. Kiraladığımız araç sürücüsü de ısrar ediyor, misafirperver, güler yüzlü bir arkadaş. Hep birlikte yemek yemeğe karar veriyoruz.
Karadeniz Balık restorandayız. Bir kalabalık var, anlatılmaz. O sokak baştan aşağı lokantalar ve çok kalabalık. biz 9 kişiyiz, orta yere bir masa ayarlıyorlar. Herkes hamsi siparişi veriyor. İçecek olarak ben şalgam istiyorum. Dağdan inmişim içim yanıyor. Gelen soğuk şalgamı içtikçe içesim geliyor. Tabi bunun acısını otobüs il Bursa’ya yolculuk yaparken çektim.Göz açıp kapayana kadar saat 17:45 olmuş, bazı arkadaşlar daha yemeğini bitirmemiş bile.Biz acele eden arkadaşlar,dışarıda sözleştiğimiz saatte gelen aracımızı görünce acele ediyor payımıza düşen ücreti ödeyip, dışarı fırlıyoruz.İlk önce araca ben kuruldum, arkası sökün etti, herkes araca yetişti.Sürücümüz çok kibar ve yardımsever.Aracımız son hızla otogara hareket ediyor.Saat 18:30’da kalkacak aracımıza zamanından 20 dakika otogara varıyor.Arkadaşlarımız ile vedalaşıp, kocaman çantalarımızı yüklenip, otobüsümüze yöneliyoruz.Önümüzde 11 saat yolculuk var.Huzur içindeyiz.Güzel Erciyes’in zirvesine çıktık.Gelin gibi bembeyaz karlara bürünmüştü.Bizi bağrına bastı, daha ne olsun.Nurihan ile koltuklarımıza kurulduk.Yaptıklarımızı içeren bir sohbet ettik.Otobüsümüz, saat 05:30’da Bursa Otogara ulaştı.Kara kara düşünüyorum, Gemlik’e nasıl döneceğim.En erken araç saat 07:30’dan önce gelmez.Önce arkadaşım Nurihan nasıl gider diye araştırma yapıyoruz,şansı yaver gidiyor,arkadaşımın aracı 10 dakika içerisinde hareket edecek.Dışarıda nazlı bir yağmur var.O’nun altında yürüyoruz,neredeyse ıslanmadım diyeceğim.Arkadaşımı uğurladıktan sonra Gemlik’e gitme çaresine bakıyorum.Gözüme her zamanki gibi Yalova Seyahat ilişiyor.Yanına varıyorum.İki görevli beni karşılıyor.Gemlik’e gideceğimi söylüyorum.Görevli araç dolu olursa alamayacağını söylüyor.Ben cebimden 10 TL çıkarıyorum, buyurun ücretini, beni Gemlik’te bırakın diyorum.Beni hemen araca buyur ediyorlar.Çantamı özenle bagaja yerleştiriyorlar.Yer kalmazsa hostes koltuğuna oturabileceğimi söylüyorlar.Sonradan öğreniyorum ki Bursa Yalova arası 9 TL imiş.Ancak benim işim görüldü ve zamanında bu yorgunluk üzerine daha fazla beklemeden evime ulaşacağım.Saat 06:00’da aracımız Güzel Gemlik’e doğru yola çıkıyor.20 dakikada Gemlik’teyim.Bir faaliyet de böylece sona erdi. ARALIK 2010 HAYDAR BOZADA