Merhaba!
Erken başlayan bir Pazar sabahıydı ve güneş ışıklarının bulutların arasından güne merhaba dediği Gemlik Sahilinde yeni tanıştığım dost insanlarla çayımızı yudumlayıp, kahvaltımızı paylaşmanın yüzümüze yansıttığı ılık gülümseme vardı! Katılan arkadaşların çoğunun ilk yürüyüşü idi ve acabaların tatlı tebessümü vardı yüzlerinde!
Hareket saati geldi ve daha önceden kiralanan araca bindik. Aracımızla hedefe ulaştığımızda kamp faaliyeti için bir gün önceden çadırlarını obaya kurmuş, sabah ateşini yakmış Gemlik Yaşam Atölyesi’nin öncül gurubu bize hoş geldiniz dedi! Kamp ateşinde demlenmiş buram buram kokan çayın tadını sabah içmenin keyfini başka hiçbir yerde yaşayamazsınız! Kahvaltısını sizinle paylaşan Gemlik Yaşam Atölyesi aktivistlerinin insancıl çağrılarını da başka bir yerde göremezsiniz!
Çoğu ilk defa katılan arkadaşlarımızla belirlenen parkurda yürümeye başladık! Doğanın müthiş coşkusu içerisinde sabah serinliğinde, Doğada Yalnız Ayak İzlerimiz Kalamaya Devam Ederek yürüdük! Suların akışı ile oluşan doğal yarlarda ve ormanın derinliklerine patikadan ilerlerken doğanın sesini dinlemek! Rüzgârın ağaçlardaki uğultusunu ve kuşların özgürlüğü müjdeleyen seslerini duyabilmek için yürümek!
“Yorulduğunuzda ve terlediğinizde yapraklardan yüzünüze düşen çiğ tanelerinin veya şelaleden akan coşkun bir suyun savrulan esintisinin yüzünüze vurmasındaki coşkuyu hiç bir yerde hissedemezsiniz!”
Yemek saatinde çıkınınızdaki getirdiğiniz yiyecekleri paylaşmanın güzelliği bir başkadır dağlarda! Mataranızdaki suyun, suyu bitmiş bir arkadaşınıza ikramının verdiği hazzı ve paylaşma duygusunun güzelliğini yaşarsınız bu tırmanışlarda!
Dağlara yürümek sadece bir tırmanış değildir! Coşkudur, ürpertidir, dostluktur, paylaşmaktır, ekip ruhudur!
Kısacası öncüllüğünde yaşattığın bu güzellikler için teşekkürler Gemlik Yaşam Atölyesi! Çizeceğiniz yeni rotaların ve belirleyeceğiniz parkurların müjdelerini bekliyoruz!
Dostlukla!
Diyor Coşkun AKIN ve bizde kendisine teşekkür ediyoruz bu yazdıklarını bizim ile paylaştığı için
dağ keçisi ve zirve aşığından yeni rota keşifi
Derneğimizin yeni dönemde yürüyeceği bir doğal güzelliği keşif amacı ile yollara düşen Üanl özbostanlar namı diğer (dağ Keçisi) ve Haydar bozada(zirve aşığı) kendi anlatımları ile 19/09/2010 tarihinde sabah saat 8 de Yeni Sölözden yürüyüşe başladılar ama buraya nasıl ulaştılar yürüdüler mi yoksa araçlamı gittiler detay yok olsun önemli değil yeni bir paylaşım için keşfe çıktılar başlangıçtan sonra geçen 1,5saatin ardından Bayır köy üstünden geçip Fındıcak istikametine devam ettik ve saat 11de Fındıcaka vardık diyerek anlatmaktalar Fındıcak eski Osmanlı köyü burada Selçukludan Osmanlıya geçiş dönemini yansıtan cami inşaatı var ayrıca çarşı hamamıda var dip noyu ile daha önce 2000 yılında burada Ünal abimizin tanıştı ve kocası çocukları olmayan Şaziye Yurtu'n öldüğünü duyması kendini birada olsa üzmüş ve buraya katılımcılar ile yürüdüğümüzde hikayesini anlatacağını beyan etmesi ile toplamda yürüyüşün 15 km olduğunun da altını çizerek durmak gerektiğini ve ilk araç ile geri dönmenin planlarını yaptıklarını aktardı ancak Fındıcak a kadar arac olmadığını Şükriyeye kadar yürümeleri gerektiğini ve tekrar yola koyulmaları gerektiğini belirterek devam ettiler ve şükriyedeki halk otobüsüne binerek saat 16:00 da Gemlik e dönerek bu keşif yürüyüşünü bitirdiler.Bu parkurda yürümek dileği ile teşekkürler.
bİR AğRıNIn dAğI;" ARARAT"
AĞRI DAĞI HİKÂYESİ
Gemlik Yaşam Atölyesi derneğinin Doğa Sporları ile tanıştırdığı
sevgili dernek üyemiz Haydar Bozada Himalaya tırmanışından sonra ülkemizdeki yüksek irtifalarada tırmanma arzusu içersinde iken yine üyesi olduğu Zirve Dağcılık Spor Kulübü’nün “ Bu yil 10. yılını birlikte kutlamak amacı ile 23-27 Ağustos 2010 tarihlerinde Ağrı Daği Tırmanışı organize ediyoruz.” Şeklindeki ilanı ile heyecanlanmış ancak kendi için şöyle düşünmekten kendini alıkoyamamıştır.
Gerisini kendi ağzından okuyalım '' Benim gibi acemi bir dağcıyı Ağrı Dağı’na götüreceklerine pek inanmadığım için, Zirve Dağcılık Bursa Şube başkanı arkadaşım, Doğan Nadi ÇETİNKAYA ’dan benim için aracı olup, Genel Başkanımızdan izin almasını istedim. Kendisi beni kırmadı ve gerekli görüşmeleri yaptıktan sonra benim sayın Orhan KOZAN ile görüşmemi istedi. Telefon ile kendisine ulaştım ve gerekli Olur’u alınca Pegasus Hava Yollarıyla 23 Ağustos’ta Van’a uçmak üzere internetten biletimi aldım. İçimde büyük bir korku ve heyecan, koca Ağrı Dağı’na çıkmayı düşünüyorum. Orası Türkiye’nin en yüksek dağı. Kolay değil 5137 metre. Zirve Dağcılık programı daha geniş tutarak bir kısım insanı Turizm gezisi olarak İran Tebriz’e gönderecek, dağa çıkacak grup da Van ve çevresini gezdikten sonra hareket yeri Doğubayazıt ilçesi olmak üzere Ağrı Dağına çıkılacak. Ben bireysel olarak ekibe Doğubayazıt’ta katılacağım.
Hareket günü geldi çattı.4 gün önceden çantamı hazırlamaya başladım, İtina ile her şeyimi almaya bakıyorum. Kış kıyafetine uygun pantolon, ceket,2 polar, içlikler, krampon, emniyet kemeri, kazma, çadır, uyku tulumu, mat, eldiven vs.vs. tozlukları almaya gerek görmedim. Bir taraftan çantamı hazırlarken, diğer taraftan ağrıyan bu kolla nasıl Ağrı Dağına çıkacağım onu düşünüyorum. Tendon yaralanması nedeniyle sol kolumdan Uludağ Tıp Fakültesi Spor Hekimliği Kliniğinde 20 seans fizik tedavi gördüm, ağrılarım biraz hafifledi ama sonuç olarak kolda ki sakatlık devam ediyor. Sabiha Gökçen Havaalanından uçak kalkış saati 9:50 en az bir buçuk saat önce hava alanında olmalıyım. Gemlik Otogarından 23.08.2010 tarihi saat 01:00 da kalkacak Kamil Koç otobüsüne binmek için 22/08/2010 tarihinde saat 24:00’da kocaman çantamı oflayarak, puflayarak sırtıma aldım yürüyerek Gemlik Otogarına gitmek üzere evden çıktım. Oğlum Onur bana acımış olmalı ki, baba çantanı oraya kadar ben taşıyayım dedi. Ben de gülerek dağda kim taşıyacak dedim ve vedalaşarak evden ayrıldım. İçimde hem heyecan hem de korkuyla. Otogara 30 dakika önceden vardım. bekle bekle araç gelmez, nihayet saat 01:30 da gelebildi. Havaalanına gitmek için Ataşehir’de indim. Oradan servis araçlarıyla Pendik’e giden araca bindim. Şoför çokbilmiş. Herkese teker teker nereye gideceğini yüksek sesle sordu. Ben havaalanına gideceğim deyince yanlış yerde indiğimi ve buna benzer bilgiç laflar ettikten sonra merak etmememi ve güzel bir yerde indireceğini söyledi. Derken herkes araçtan indi, bana dedi ki bu servis aracıyla ben seni bırakayım. çok teşekkür ederek kabul ettim. yolun sonunda borcumu sordum, gönlünden ne geçiyorsa dedi. Ben de 20 TL verdim ve vedalaşarak ayrıldım
.Havaalanın içine girdim, daha saati gelmediğinden makineden biletim alamıyorum. Zamanım bol. Bekleme yerlerinde insanları gözlemliyorum. Sabahın erken saati her yer cıvıl cıvıl. Kavga eden mi ararsın, bağıran, uyuyan, anne ve babalarına nazlanan çocuklar. Telaşlı telaşlı bilet almaya gelenler. Baktım bir yolcu Pegasus bilet satış reyonunda ki görevliyle yüksek sesle tartışıyor. Yanında bir iki de hanım var. Belli ki adam çok haksızlığa uğramış, bağırıp duruyor. bu bağırış çağırış 15 dakika sürdü. Yurt dışından gelen o yolcu yüksek sesle iyiki Sabancı’yı vurdular. ben olsam ben de vururum, sömürücü faşist patronlar, diyerek söylene söylene oradan ayrıldı. Saati geldiği için gittim biletimi aldım. Uçağa biniş anonsunu duyar duymaz hemen ilgili perona yöneldim. Sırtımda dev çantam ile yolcu girişinde aramadan geçtim ve xray cihazına geldiğimde görevli çantamı görünce şaşırarak buraya nasıl bıraktılar seni bu çantayı bagaja vermen gerekirdi dedi. Ben de hata yaptığımı anladım ve gerisin geri büyük bir telaşla bagaj kabul bölümün vardım. Çantamı tarttılar 17 kilo geldi.2 kilo fazla dediler ben de hemen çadırımı çantanın arkasından sökerek elime aldım ve bagajımı teslim ederek uçağa bindim. Uçakta fazla tedirgin olmuyorum. Kalkıştan hemen sonra tilki bayıltması da olsa uyuyorum. Bir saat kırk beş dakika sonra Van’a iniyoruz.Bagajımı bekledim,banttan gelen çantamı görerek aldım.Bir de ne göreyim, çantam baştan aşağı sırıl sıklım. Sıvının türünü anlayamadım. Çantayı taşımak için sırtıma almak zorunda olduğumdan, üstüm başım da aynı oldu. Hemen bir görevli aradım,5, 10 kapı dolaştıktan sonra bir yere vardım. Görevli bana çantanızın hasarı nedir dedi. Ben de çantada yırtılma kırılma yok ama bu sıvıyla ben günlerce dağda ne yapacağım, kokar bu. Bütün giysilerim ıslanmış. görevli bir rapor tuttu ve bir suretini bana verdi. Kör talihime söylene söylene havaalanı dışına çıktım. Şehre minibüs var mı? Diye sordum, nafile taksiyle gidecekmişim. Taksiciler sıra yüzünden biraz atıştıktan sonra Dacia marka eski püskü bir taksiye bineceğim. Binmeden önce kaç TL ödeyeceğimi sordum. Taksimetre var dedi. Ben biraz üsteleyince 25 TL olur dedi. Tozlu, daracık yollardan geçiyoruz. Taksiciye belediyenin hizmetlerinden memnun olup olmadığını soruyorum, Belediye’nin çok iyi çalıştığını söylüyor. Yine ne olursa olsun, Doğu ve Güneydoğu’nun en gelişmiş yeri sefaletin ve yoksulluğun izlerini silemiyor. Nepal’de gördüğüm manzaralar aynen buralarda da var. Sokaklarda kadın yok. Genelde çember sakallı ve dini motifli manzaralar görüyorum. Arada öğrenci olduğunu sandığım, batı tarzı giyinen kızlar da görüyorum.
Doğubayazıt minibüs durağı, kalenin dibinde çukur bir yerde. bütün zemin toprak, çevre kirli ve Ramazan ayındayız. Biletimi aldıktan sonra görevliye yakında lokanta olup olmadığını soruyorum. İleride ki çarşıda var diyor.yolda yürürken lokanta tabelası olan yerlere bakıyorum, yemek olmadığını ve iftarda açacaklarını söylüyorlar.Ancak bazılarında çiğ köfteye benzer bir şeyler yoğuruyorlar,görüntü tam bir sefalet her yerde öbek öbek sinekler, bu köftelerden almak üzere bekleyen çocuklar.O sokak senin bu sokak benim, sıcak güneşin altında 20 dakikadır lokanta arıyorum.Önüme gelene soruyorum.Şapkalı orta yaşlarda iki kişiye daha soruyorum, ben uzaydan gelmişim gibi bakarak, yok diyorlar biz açık lokanta duymamışız.Tabi ben yılmıyorum,aramaya devam ediyorum.Dış boyası kötü ama içeriden yemek kokusu gelen, tek tük insanın girip çıktığı ve kirli bir perde ile kapısı kapalı bir dükkana perdeyi aralayarak ben de girdim.20 metrekare bir yer.içeride masalara benzer tahta yükseltiler etrafında kümelenmiş, 7 ile 15 yaş arası çocuklar.O tahta yükseltiler üzerinde uçları veya ortası koparılmış,somun ekmekler.bir kenarda kocaman bir tencere cazır cazır yağ kaynıyor.üstü başı perişan bir genç toparlak yaptığı kıymayı köfte niyetine iyice kararmış, yağa atıp çıkarıyor.daha fazla dayanamayıp kendimi zor dışarı attım. Aramaya devam ettim ve sonunda dışarıdan ilk bakışta bir aşevi olduğu anlaşılan bir mekan gördüm.Kapısı boncuklarla örülü bir örtüyle ve camları tül perdeyle örtülü lokantaya girdim.Ocak başı, çok sayıda insan yemek yiyiyorlar.,mangalda yanan yağ kokuları her yanı sarmış.oturur oturmaz ortalıkta telaşla dolanan genç bir garsona seslendim.Biraz acele et dedim.masama ekmek, su, ayran ve tavuk ızgara istiyorum.garson koşuşturarak gitti.2 dakika sonra öğrenci olduğunu tahmin ettiğim bir kız çocuğu bir tepsi içerisinde bakır bir kapta köpürmüş ayran getirdi.Bakır o kadar yalın görünüyor ki, aklım almıyor insan bundan zehirlenmez mi ?. Çocukluğumdan bilirim, bakırlar kalaylanmazsa çok ağır sonuçları oluyor. Ben hemen cam bardak istedim ve ayranımı oraya dökerek, açlığımı bastırmak üzere pide ekmeğiyle yemeye başladım. bir süre sonra yemeğin yanına bedava garnitür olarak ezmeye benzer bir yiyecek ve son derece kötü doğranmış ve lezzetsiz domates geldi. Ezmeyi çekinerek tadına baktım. bu yiyecekten zehirlenir ishal olursam, Ağrı Dağı’nı unutmam lazım. Onun için ezmeyi yemedim. Baktım zamanım az kalmış, acele yemeğimi getirin dedim. ve derken masama 4 şiş tavuk getirdiler. Ancak ne yazık ki zaman darlığından o şişleri leblebi yer gibi ağzıma atarak yedim. hiç bir tadından da anlamadım.hesap ödemek üzere masaya kalktım,paraya alacak şahıs güler yüzlü ve güven veren bir havası vardı.Ben de dedim ki, 20 dakika lokanta aradım, ne olmuş bu Van şehrine. O da bana herhangi bir sıkıntının olmadığını, buraya yabancı olduğumdan dolayı lokantaları bilmediğimi söyledi. Hesap için bütün yediklerim ve içtiklerim için 10 TL’nin yeterli olduğunu söyledi.
Koştura koştura dışarı çıktım. Bir insan kalabalığı anlatamam. Daracık sokak arasında Kürtçe marşların yükseldiği ve megafonun sonuna kadar açık olduğu bir ortam var. Etrafında onlarca genç halaya durmuş. Ana caddeye hamla yaparak çıktım. İleride ki bulvarda sanırım, Başbakanı karşılamaya hazırlanan bir kalabalık var. Tam orta yerde ise onlarca resmi ve sivil polis bekleşiyor. Başka bir köşede yüzlerce meraklı vatandaş bir arı uğultusu içerisinde olup biteni gözlemliyor. Ben insanlara çarpmamak için bir cambaz edasıyla kalabalıklar arasından sağa sola hızla kıvrılarak ilerliyorum. Tozlu, dumanlı yollarını aşarak bir çukurda bulunan Doğubayazıt garajına geldim. Dev ve kirlenmiş çantamı bagaja yerleştirip, minibüsün koltuğuna kuruldum. Aracımız hareket etmeğe başladı. Daha önce bu yolu Doğubayazıt’ta hemşire olarak görev yapan ve oradan Özgür KARA evlenen yeğenim, Songül BAKIRAY’ın düğününe gitmek için kullanmıştım. Nerelerden geçeceğimi biliyorum, içimde bir hüzün var. Buraların tarihi geçmişine mi, tabii güzelliklerine mi, kimsesizliğine mi, yoksulluk ve sefaletine mi? Bilemiyorum. Aracımız bir buçuk saatlik yolculuktan sonra, İran sınırını paralel devam ediyor.Tendürek geçidinden önce, Jandarma kontrol noktasına varıyoruz.Taşlarla örülü bir kulübe, gelen araçlara doğru konumlanmış bir ağır makineli tüfek,nöbet tutan gencecik askerler.Aracımız duruyor.İçeriye çocuk denilecek yapıda zayıf ufak tefek bir asker giriyor.Kimlikleriniz lütfen diyor.Bir an kendimi tutmasam, ne olacak yani kimliğime bakınca 51 yaşında ki adamı tanıyacak mısın. Vazgeçiyorum bu fikrimden.Asker neredeyse kimliğime bakmıyor bile.Öylemesine bir kontrol işte.
Yola devam ediyoruz.Yolun solunda sanki dün akşam daha yeni topraktan fışkırmış kara kara asfaltımsı kayalar ve topraklar.İnsan yorumlamakta zorluk çekiyor.Bir süre sonra Tendürek geçidi iki bin metrenin üzerinde.Uzaklara kayıyor gözlerim, burası geçidiyle Tendürek’in zirvesi nasıldır şimdi.Bu hayalle devam ederken bütün haşmetiyle Doğubayazıt ovası görünüyor uzaktan.Buranın tarihini,İranla olan savaşları,halklar arasındaki diyalogları ve bu diyarları düşünüyorum.tüylerim diken diken, manzarası beni çok etkiliyor.Yollar kıvrıla kıvrıla aşağıya ovaya iniyor.Birden kendime geliyorum ve diyorum ki: Kaptan ben İsfahan otelde ineceğim,sakın unutma.O da bana merak etme son duraktan sonra 5 dakikada oradasın.Ve öyle oluyor son durakta iniyorum Kaptan bana yürüyerek gidebileceğimi söylüyor.Ama dışarı da tahta çek çek arabalarıyla bekleyen yoksul gençler bagajıma hamle yapıyorlar.Ancak ben bagajımı vermiyorum.Ağrıyan koluma rağmen sırtlıyorum çantamı dalıyorum,Doğubayazıt’ın tozlu yollarına.Yolda 11 yaşında olduğunu tahmin ettiğim bir çocuğa İsfahan Otelini soruyorum.Bana bildiğini söyleyip,başlıyor önümde yürümeye bir süre sonra bir arkadaşını görüyor ve ona Kürtçe oteli soruyor.Tabi ben kahkahayı patlatıyorum.Tamam diyorum ben kendim gideceğim.ancak çocuk benden para istiyor.Vermek istemediğimden değil ama dilenciliğe alışmasınlar diye vermeyerek çocuğu tersliyorum.
İki dakikalık bir yürüyüşten sonra oteli görüyorum, içeri girdim. İlk anda görünen çok geniş bir lobisi var. Lobi bir küçük düğün salonu kadar geniş. Sağda solda oturan dağcılara selam vererek resepsiyona yöneldim. Görevliye kendimi tanıttım ve dedim ki tek kişilik odan var mı? Yok dediler senin gideceğin oda 5 kişilik, şuan orada bir kişi var. Ben de dedim ki desene benim oda koğuş gibi olacak. Görevli, hayır dedi oraya başka kimseyi vermeyeceğiz. Odama çıktım, kapıyı çalarak girdim, içeride 30’lu yaşlarda kumral bir delikanlı duruyor, kendimi tanıtarak girdim. Oda çok ferah, buna memnun oluyorum. Yataklar ve havlular temiz. Tuvalet ve banyo çok geniş ve temiz. Sıcak su mevcut. Başka ne isterim ki. Çok mutlu oluyorum. Oda arkadaşım Fikret ile biraz sohbet ediyorum. Arkadaşım malzemelerini ortaya dökmüş, bir hurdacı misali teker teker kontrol ediyor ve düzenliyor. Ben o işleri Gemlik’te yaptığım için fazla uğraşmıyorum. Arkadaşımdan müsaade alarak resepsiyona indim. Genel Başkanım Orhan KOZAN ile selamlaştım. Bu akşam toplantı olacağını söylüyor. bende alışveriş için çarşıya çıkıyorum. Genel Başkan beni ikaz ediyor, alış verişte abartılı davranma diyor.
Markete girdim. Bal, peynir, çikolata, su, balık konserve ve diğer konserve türlerini alıyorum. Hemen yakınında bulunan bir fırından 2 adet de pide ekmegi alıyorum ve o ekmekleri fırıncıya kestiriyorum. Çok saygılı ve güler yüzlü bir esnafı var. Hazırlıklarımı tamamlıyorum. Saat 19:00 da toplantı oluyor. Öncelikle Ağrı dağına çıkacak ekip için değerlendirmeler yapılacak daha sonra İran’a gidecek grup için konuşulacak. Genel başkanım dağda geçireceğimiz üç gece ve dört gündüz için anlatım yapıyor ve zorunlu malzemeleri sayıyor. Bu malzemelerden biri de tozluk. Heyhat ben tozluklarımı almadım. Doğubayazıt’ta da malzemeler 3 katı daha pahalı o da bu ramazan ayın da bulabilirsen. Bir telaştır aldı beni. Ayrıca su ısıtmaya yemek yapmaya ocağım yok. Yemekten vaz geçtim, sıcak suya mutlak ihtiyacım olacak. Yüce dağların soğuğu aklıma geldikçe ürperiyorum, neden bir ocağım ve tozluğum yok. Zaten kötü durumda olan botlarıma kar veya yağmur suyu kaçarsa ne yaparım ben. Dua ediyorum, herhangi biri dağa gelmekten vazgeçerde tozluğunu ben alırım diyorum. Ama nerede herkes hevesli dağcı. O çaresizlik içerisinde toplantı bitiyor. Acıkmışım herkes gibi bende yemeğe gideceğim. İftar topu atıldığı için sokaklar cıvıl cıvıl. Trafiğe kapalı bir cadde. masalar caddelerde.Bende Öz Urfa Lokantasının önüne kuruluyorum.Oruçlular karınlarını doyurmuş, sıra bizde. Haşlama, pilav ve salata sipariş ediyorum. Yemekleri çok da lezzetli değil. Yine de oradan memnun olarak ayrılıyorum. Otelime geri döndüm. Otelde çaylar bedava bir gecelik konaklama ücreti olan 25 TL’ye dahil. Hakikaten çok güzel. Erken sayılabilecek bir saatte odama çekiliyorum. Bize anlatıldığı kadarıyla 2200 metrelik bir yere minibüslerle gidecegiz. Oradan sonrası çantalarımız katır sırtında 3200 metreye taşınacak. Biz yanımıza acil malzemelerimizi alacağız. Çantalarımızı da katırlara yüklenecek şekilde naylon ve bez torbalarla izolasyonu sağlayacak şekilde ayarlıyoruz. Her şeyim tamam ve yatağıma giriyorum. Sabah saat 06:00 kalkmak üzere.
Çantamı akşamdan hazırladığımdan, çabucak giyinip kahvaltı yapmak üzere lobiye iniyorum. Aşağıda tatlı bir telaş. İran’a gidecek hanımlar saclarını örtmek üzere yemeniye benzer şeylerle örtünmüşler.Dağa gidecek olanlar çantalarını beyaz torbalara koymuş ve ortalık bir yerde yan yana duruyor.Herkes bir şeyler yemeğe bakıyor.İleri ki masada yüksek sesle tatlı tatlı gülen bir kız var.Kendi kendime ah be kızım gül sen, Dağa tırmanınca da gülecek misin bakalım.Hakikaten o kızı gözlemledim.4200 metreye kadar çok iyiydi.Gittim tanıştım.İstanbul’dan matematik öğretmeni Gözde Elif.Çok güçlü güler yüzlü,kendine son derece güvenen ve benimde taktirimi kazanan oğlum yaşında bir kız. Saat 07:00 ‘ de üç tane minibüs otel kapısına yanaştı. Çantalarımızı sırayla verdik, şoför onları yerleştiriyor. Hedef 2200 metrede bulunan çevirme denilen bir yer. Minibüsler asfalt yolda peş peşe bazen yarış havasında yola koyuldular. Asfalt bitti toprak yola girdik. Girmemizle birlikte aracımızın içine tozlar dolmaya başladı. Minibüsler eski her yerinden sesler geliyor. Pencereleri açtık, ne yaptıysak nafile toz bulutu içinde yola devam ediyoruz. Son durağa vardığımızda çantalarımızı 3200 metreye taşıyacak katırların beklediğini gördük. Hep beraber aşağı indik. Genel Başkanımız Orhan KOZAN gideceğimiz rotayı anlatıyor. Öncü ve artçılar belirlendi. Yürüme kuralları anlatıldı ve yola koyulduk. Öncümüz Genel Başkan. Hızlı denilecek bir tempoda ilerliyoruz. Yollarda Kürt kızları el işlemeli giysi malzemelerini satmak üzere bekleşiyorlar. Tabi kimse bu giysilerle ilgilenmiyor. Biraz daha ileride küçük çocuklar önümüze geçmiş çikolata istiyorlar. Onları da pas geçip yukarılara doğru hareket ediyoruz. Saatler sonra 3200 metrede ki kamp alanına varıyoruz. Herkes bir telaşla iyi bir çadır yeri kapmaya bakıyor. Ben de kampın en üst kısmı denilecek bir yer buluyorum ve çadırımı buraya kurmaya karar veriyorum. Kamp yeri güzel, yukarılardan hortum ile su indirilmiş. Ancak toprak yapısı çok ilginç un gibi. Çabuk çamur olabilecek yapıda içine biraz da hayvan pisliği bulaşmış. Katırlar geldi çantamı aldım. Kendime şaşıracak bir çeviklikle çadırımı kurma işine başladım. Ellerim çok becerikli. Kısa denilecek bir zaman diliminde kırmızı renkli Husky çadırımı kuruyorum. Çadırda yalnız kalıyorum. Doğrusu bu çadırda ancak bir kişi kalabilir. Matımı yerleştiriyorum, elimle kontrol ediyorum, yatacağım yer yumuşak sayılır. Bu günkü planımız aklimatizasyon olsun diye 3900 metreye tırmanacağız. Genel başkanımız herkes hazırsa çıkalım diyor.43 dağcı var, bunlardan bir kısmı hafif sağlık problemleri oluştuğundan bu tırmanışa katılmıyorlar. Tırmanmaya başladık, çok dik ve kocaman kocaman kayalar arasından büyük bir gayret ile tırmanıyoruz. Uzun bir tırmanıştan sonra mola verdik ve buradan yukarıya tırmanmayacağımız söylendi. Dönüş yoluna koyulduk. Oldum olası yokuş inmeyi sevmiyorum. İnerken hafiften sağ dizimde burkulma oldu. İyi tarafı kalıcı bir sorun yaratmadı. Hızla kamp alanına iniyorum, akşam olmuş artık. Yemek olarak bir kutu kızartma konserve açıyorum. Çok lezzetli geldi bana. Ama ne yazık ki, sıcak suyum yok, olsun bu kadar kusurda olsun. Kamp alanında bizim dışımızda da dağcılar olduğundan tıklım tıklım. Dişlerimi fırçaladım, arkadaşlara iyi geceler deyip çadırıma çekildim. Çok mutluyum, tek temennim burada bir sağlık sorunu yaşamadan, Ağrı Dağı zirvesine çıkmak. Belli belirsiz uyuyorum, sabah erkenden kalktık. Kıyafetlerimi giydim, elimi yüzümü yıkadıktan sonra, kahvaltı olarak Doğubayazıt’ta aldığım nefis bal ve peynir ile pide ekmeğiyle kahvaltımı yaptım. Sıcak suyum yok ne gam.İşim bitince itinayla çantamı topladım.Çadırımı ustalıkla söktüm ve topladım.Ancak çadırımın altı tamamen hayvan pisliğine bulaşmış, ince çamur ile sıvanmış.O şekilde katladım ve sardım.Sırt çantamı önce bir naylona sonrada bir çuvala koyarak katırlara yüklenecek pozisyona getirdim.Her şey yolunda gidiyor.Hakan hoca toplantı yapıyor.Bundan sonra takip edeceğimiz güzergahı anlatıyor.Yine nasıl yürünmesi gerektiği konusunda bizei sıkı sıkı tembih ediyor.Artçılar da belirlendi.43 dağcının tümü 4200 metreye gidemiyor.Bazı arkadaşlarda sağlık sorunu oluştuğundan 38 kişi olarak yola çıkıyoruz.Yolumuz çok dik. Zikzak çizerek gidiyoruz. Herkes rahat yürüsün diye, öncü arkadaşımız Mithat hoca düzgün şekilde tempoyu ayarlıyor. Molalar vererek yola devam ediyoruz. Yükseklik arttıkça hızımız azalıyor ve nefes alışlarımız artıyor. Hocalarımız bizi aydınlatarak,nasıl yürünmesini gerektiğini ısrarla tekrarlıyorlar.aşağıda yük taşıyan katırlar geliyor ve onlara yol veriyoruz.Bu yol otoban gibi sıra sıra gruplar dağa yürüyor.bazı hızlı gruplar gelip bizi geçiyor.Biz 38 kişiyiz doğal olarak yavaş hareket ediyoruz.saatler sonra 4200 metrede ki kamp alanının yakınına geldik.Sanırım tek sorun, kamp alanının darlığı.çok sayıda grup var yukarıda. 50 metre kala Mithat hocamız isteyen sırayı beklemeden kampa yürüsün dedi.ben de iyi bir çadır yeri bulayım diye gruptan hızla ayrıldım.10 metre sonra baktım, ciğerimde nefesim dizlerimde dermanım kalmamış, daha kontrollü yürümeğe çalıştım.Kamp alanına ilk üç kişi arasında vardım.Baktım kamp alanı kocaman taşlarla kaplı, ancak orasında burasında çadır yerleri için ufak tefek açıklıklar, büyük bir bölümünde zaten çadırlar kurulu, ben o telaş içerisinde kampın hemen girişinde bir çadırın ancak sığabileceği, bol rüzgar alan, alt tarafı çok dik, biraz hayvan biraz da insan pisliğiyle kaplı küçük bir alana çadırımı kurmaya karar veriyorum.Hayvan ve insan pisliklerini temizlemeye başladım.kimi arkadaşım burayı beğendi, kimisi çok rüzgarlı ve iyi bir yer değil dedi.Ancak yapacak başka bir şey yok.Çadır yerimi iyice temizledim.Çantalarımızı taşıyan, güçlü katırlarımız bizden önce kamp alanına gelmiş.Kamp alanı tam bir curcuna yeri.O daracık alanda onlarca katır,onların kişnemeleri,sahiplerinin bağırtıları, yerlerde hayvan pislikleri, biraz ötelerde insan pislikleri, peçeteler, konserve kutuları,ambalaj kağıtları,pet şişeler ve her şey iç içe.Bir anda bir rüzgar çıktı havaya bir baktım onlarca naylon ve kağıt ambalaj uçuşuyor.O curcuna içinde ilk aramada 38 çanta içerisinde hepsi aynı renk ambalajla sarılı çantamı buluyorum.Çok seviniyorum, benim işim yolunda diyorum.3200 metrede ki gibi maharetli bir şekilde çadırımı kurmaya başlıyorum.Her şey yolunda, kısa zamanda çadırımı kurdum ve eşyalarımı yerleştirdim.Çadırım öyle bir yerde ki bulunduğum yerden bizim gurubu göremiyorum.Onlar biraz daha uzak ve dağınık yerlerde duruyorlar.Yerleşme işim bitince biraz atıştırmaya bakıyorum.Yine nefis balım ve peynir, bir kutuda barbunya konserve açıyorum.hepsi çok lezzetli afiyetle mideye indiriyorum.Su almak ve gurupla iletişim kurmak üzere arkadaşların bulunduğu alana vardım.Hakan hoca yüksek sesle saat 15:00 de toplantı yapacağını ve tarif ettiği alana herkesin gelmesini istedi.Su almak üzere biraz arandıktan sonra ileride yüksekten hortum ile indirilmiş suya vardım.Buz gibi, elimi değdirmeye bile cesaret edemiyorum.Kamp alanı büyük taşlarla kaplı.Yürümek maharet ister.Öyle elini kollarını sallayarak yürüyemezsin.Suyumu aldıktan sonra çadırımda saat 15:00’i bekledim.Bir süre sonra yağmur yağmaya başladı.Ben yine de toplantı saati istenilen yere gittim,ancak ne gelen var ne giden.bende biraz bekledikten sonra çadırımı geri döndüm.Akşam için ne yiyeceğimi düşünürken paralı ekspedisyon çadırına gittim ve kendilerinden termosuma koymak için sıcak su istedim, verdikleri suyla çadırıma döndüm.bardağıma doldurarak bir çay içtim.Peynir ve bal ile karnımı doyurdum.Yükseklik pek etkilemiyor beni.Yatmadan önce sabah sırt çantama koyacağım eşyalarımı ayarladım.Emniyet kemeri,krampon,kazma balak lava ,eldiven,yedek polar,kask,gece lambası vs.vs. Sabah 01:00 da uyanacak şekilde cep telefonumu ayarladım.Çünkü yürüyüş saat 02:00’de başlayacak.Erken denilecek bir saatte uyku tulumuma giriyorum.Derin olmasa da uykuya dalıyorum.Genel durumum iyi, gecenin bir saatine kadar yandaki bir çadırdan gitar eşliğinde gelen yabancı müzik ile uyanıyorum.Yarın çıkacağım dağın hayaliyle yeniden uykuya dalıyorum.Planlandığı gibi saat 01:00’de uyandım.Telaş etmeden çadır içi lambamı yaktım.Akşamdan sakladığım sıcak sudan biraz içtim.pek iştahım yok ama enerji için bir şeyler yemem gerektiği bilinciyle ekmek ve bal yiyorum.Çantamı yeniden gözden geçirdim.Bir tek sıkıntım var o da tozluklarımın olmaması.Randevu yerine 20 dakika önceden vardım.Yukarıya dağa bakıyorum,dağcılar açık kafa lambalarıyla ateş böceklerini andırır gibi öbek öbek tırmanıyorlar.Çok mutlu ve heyecanlıyım.Başıma kötü bir şey gelmeden Ağrı Dağı zirvesini görmek istiyorum.Bütün arkadaşlar toplantı alanına geldi.Ben hariç herkes önceden emniyet kemerini giymiş.Sonradan anlıyorum ki saat 15:00 planlanan toplantı yağmur dindikten sonra yapılmış ve emniyet kemerinin giyilerek çıkılmasına karar verilmiş.Hakan hoca herkesi baştan aşağı süzüyor.Giyim ve kuşamda eksik bulduklarını ilgiliye düzelttiriyor.Herkesi Kontrol ederek sıraya soktu. sıra bana geldi benim emniyet kemeri giymediğimi fark edemedi. İçimden kıkır kıkır gülerek sıraya girdim. Bizi sıkı sıkı tembih ederek, en az ikişer metre aralıkla yürümemizi istiyor ve arkasından birkaç kez daha uyaracağını ve lütfen herkesin kurallara uymasını tembihliyor. Gurubun önünde Mithat hoca var. Bayanları ön tarafa aldılar. Arada Hakan hoca ön taraftakilere bağırarak ikişer metre aralıkla yürümelerini istiyor. Öyle bir dik yamaç tırmanıyoruz ki hayret ediyorum, patika yolu bu kadar dik olan başka dağ var mıdır. Yaklaşık bir saattir molalar vererek yürüyoruz.Çabuk yoruluyoruz,hakikaten çok zor yürüyoruz.Bir süre sonra Hakan hoca öndeki guruba öyle bir gürledi ki, neden ikişer metre aralıklarla yürümüyorlar diye. Önden dediler ki hocam aralıklarla yürümeyen bizim gurup değil. Ortalık buz kesti. Hakan hoca bunun üzerine özür diledi. Bu kez de guruptan çatlak sesler çıkmaya başladı. Bazıları Hakan hocaya sitem ederek neden her şeye müdahale ettiğini sordular. kısa bir curcuna yaşandı, bunun üzerine guruptan bir kişi Hakan hocaya hitaben sen beni çok gerdin ben tırmanmaktan vazgeçiyorum dedi. Bir kaç kişi devreye girdilerse de o şahıs dönmeye kararlıydı.Bu şahıs daha önce gurupta fazla konuşan her şeyi gırgıra alan biri olduğu için dikkatimi o zaman çekmişti.Her neyse kervan yola devam ediyor.
İleride önümüzde gurup çok gürültülü. Bazen topluca öyle sesler çıkarıyorlar ki, çizgi film Vikinglerdeki denizciler gibi bağıra çağıra ilerliyorlar. Ortalarından bir kişi yüksek sesle böğüre böğüre Azerice türkü söylüyor. Kendi adıma çok rahatsız oluyorum. Türkiye’nin en yüksek dağında ki bu panayır havası da nedir. Oysaki ben dağı, rüzgârı ve o anı hissetmek istiyorum. Birden arka sıralardan bir ses “ ulan Azeri, ulan Azeri. Yeter ulan kes sesini” dedi. Nasıl mutlu olduğumu anlatamam. İçimden sonsuz teşekkür ediyorum o arkadaşa: duygularıma tercüman olduğu için. Sonradan öğreniyorum ki, bu arkadaş Bursa bölgesin Korhan AKDOĞAN’ mış. Kendisiyle tanıştıktan sonra bir kere daha teşekkür ediyorum. Tırmanışa devam ederken bazı arkadaşların yorulduğunu ve artık yürüyemez duruma geldiklerini görüyorum. Hakan hoca onlara moral vererek yürümelerine yardımcı olmaya çalışıyor.Bir süre sonra kafa lambalarını kapatmamız isteniyor.kısa molalar vererek tırmanmaya devam ediyoruz.Bir ara gözüm gurubu terk eden şahısın sıranın arkasından yeniden dağa tırmanmak için yürüdüğünü görüyorum.Sonradan öğreniyorum bu arkadaş zirveye çıkamıyor,gücü tükeniyor.iki kişinin daha dağa tırmanamadığı bilgisine ulaşıyorum.Benim için her şey yolunda.Yağış ve fırtına yok.eldivenlerle yürüyoruz ancak dayanılmaz soğuk yok, hava gayet güzel.
Beş binli metrelere yaklaştık. Artık kar ve buz zeminde yürüyeceğiz. Krampon takmamız isteniyor. Ben yine çevik bir şekilde bağlamalı kramponlarımı takıyorum. Bütün arkadaşlar hazırlıklarını tamamladı ve yürüyüşe geçtik. Dağın bu kısmı Futbol sahası gibi geniş ve eğimli, yukarıya çıktıkça yükselen bir şekli var. Bizden önce çıkan gruplar dönmeye başlamış. Dönen gurupların hiç birinde krampon ve emniyet kemeri yok.Ama bizim ekip zannedersin ki Everest’e çıkacak.Belki böylesi daha iyi bizim rehberler risk almak istemiyorlar ve çok haklılar.Öyle bir ruh haliyle yürüyorum ki, uyuyor gibiyim,nasıl bir rehavettir anlayamadım.Gurup son derece yavaş hareket ediyor.Şansımıza hava açık değil,her an sis bastırabilir gibi duruyor.İçimden, biz bu hızla zirveye varamayız diyorum.Biraz sonra fırtına koparsa her şey yatar.Bu düşüncelerimden rehberlerin arkadaşları ikazlarıyla uyanıyorum.Yine kısa molalar ve aralıklı yürüme ikazları, derken zirveye 30-40 metre kalıyor,rehberimiz Mithat hoca işte zirve diyor,isteyen buyursun.Ben hemen guruptan kopuyorum,gücümün yettiğince zirveye yürüyorum. Zirveye varan ilkler arasındayım. Saat 08.35,altı buçuk saattir yürüyoruz. çok da tarifsiz duygular içerisinde değilim. Ama başarmanın verdiği mutluluk içerisindeyim. Fotoğraf bile çektirmeye pek istekli değilim. Yine de gurubun en güzel kızı oğlum yaşında ki Gözde Elif’e seslendim. Gel seninle fotoğraf çektirelim. O kızla çekilmiş çok güzel bir fotoğrafım, Facebook’ta mevcut. Bütün arkadaşlar zirveye geliyorlar. Herkes heyecanlı fotoğraf çektiren, telefonuna sarılan, manzara o biçim. Küçük ağrı sislerin arasında zaman zaman görülebiliyor. Ancak genel olarak hava rüzgârlı ve sisli. Bir süre sonra Zirveye dikeceğimiz, yeni Zirve Dağcılık hatıra defteri kutusu için kazık çakmaya başlıyoruz. Bu arada kar yağışıyla birlikte fırtına başlıyor. Rehberimiz Hakan hoca elimizdeki işi biran önce bitirmemiz için acele edilmesi gerektiğini bildiriyor. Bir taraftan da, Mithat hocadan gurubu toplamasını istiyor. İşimizi bitirip, acele geri dönüş yoluna giriyoruz. Fakat 5 metreden öteye yolumuzu göremiyoruz. Fırtına giderek şiddetlendi. Hakan hoca önlerde yürüyerek, izlerimizi kar kapatmadan yolu görmek istiyor. Hepimizin sinirleri gergin. Arkamdan adını bilmediğim bir bayan arkadaş kendi kendine rahat bir tavır içerisinde kaybolacak değiliz ya işte izler buradan yürüyelim. Ben de sinirli bir şekilde kardeşim madem biliyorsun öne geç bize yol göster, dalga geçmenin sırası mı? Diye çıkışıyorum. O da şaka ettiğini belirtip sesini kesti.3-5 dakikalık bir yürüyüşten sonra birkaç saniyeliğine de olsa 30 metreye kadar sis açıldı. Görünen patikaya hızla ilerleyerek, doğru istikamete yöneldik. Çok tehlikeli bir yerdeyiz, en ufak bir hata facia ile sonuçlanacak. Hızlı bir şekilde yürüyerek, 4900 metrelerdeki buz ve karın bittiği alana varıyoruz. Burada kramponlarımızı çıkarıp, kazmalarımızla birlikte çantalarımıza yerleştiriyoruz. Dönüş yolları bana hep zor gelmiştir. İşte yine bir dönüş yolu, hem de çok dik. İnerken ayak başparmaklarım ağrıyor. Yine molalar vererek, kamp alanına doğru hareket ediyoruz. Bu günkü plan ise, kamp alanına vardığımızda ihtiyaç molası için kısa bir dinlenme ve ardından çadırlar toplanarak,3200 metrede ki kamp alanına varmak. Kimi arkadaşlar, bu gecede 4200 metrede kalalım diyorlar. Bazılarımızda çadırları toplayarak Doğubayazıt’a gidelim fikri hakim ve ben de bu gruptanım. Rehberlerimiz bu konuları aşağıda görüşelim diyerek konuyu kapatıyorlar. Saatlerdir yürüyoruz, kamp alanına yaklaştığımız anda gurup yine serbest bırakılıyor ve ben yine bütün hızımla kampa doğru bireysel ilerliyorum. Bu arada ayak parmaklarımın ağrısı iyice artıyor. Ortalık biraz sisli. Kampa yaklaştığımda sis daha da artıyor. Çantamda yaklaşık 60 metre bir ip taşıyorum, çok da ağır. Artık ağrıyan kolum isyan ediyor. Ama kimseye derdimi anlatamadığım için ipin hamallığı bende. Kampa vardığımda dağa çıkamamış bir çadırdaki arkadaşları gördüm ve ipi onlara bırakarak,kendi çadırımı aramaya başladım.Sisten göz gözü görmüyor.Büyük taşlar arasından yürüyorum,bayır aşağı kampı geçmişim farkında değilim.Ortalıktan ses seda kesilince yanlış gittiğimi anladım ve geri döndüm.Nihayetinde çadırımı gördüm ve çok yorulmuş bir halde içine girdim.yürüyüş yaklaşık 12 saat sürmüş, ve ben bu yorgunlukla nasıl çadırı söker ve toparlanırım diye düşünüyorum.Tam bu düşünceler içerisindeyken, dolu yağışıyla birlikte bir fırtına koptu, çadırım ha uçtu ha uçacak gibi.Öyle bir dolu yağıyor ki, burnumu çadırdan çıkaramıyorum.Yağmanın sonu gelecek gibi değil.yarım saat oldu aynı şiddette yağmaya devam ediyor.Çadırımı çarpan dolu taneleri öyle bir ses çıkarıyor ki,bu gürültüde telefon ile konuşmak bile imkansız.Arkadaşlarımı merak ediyorum, onlar çadırlarına girebildi diye, bu fırtına bizi zirvede yakalasaydı,sanırım arkasından facia gelebilirdi.Çadırımı içten elle kontrol ettiğimde bagaj tarafında öyle bir dolu birikmiş ki neredeyse çadırımın kapısı kapatacak kadar.İçeriden elimle onları itmeye çalışıyorum.Dışarıda yüklerimizi taşımaya gelmiş Kürt hamalların bağırışları at kişnemelerine karışıyor.Bu havada onlar için çok üzülüyorum, ama elimden bir şey gelmiyor.45 dakika sonra yağış kesiliyor, ancak rüzgar nispeten devam ediyor.Hemen kazmamı alıp çadırdan dışarı çıkıyorum.çadırımın etrafında biriken dolu ve karları kenara doğru temizliyorum.Dışarıda neredeyse 10 cm kar ve dolu birikmiş.Şansıma hava soğuk,yağan karlar ve dolu erimediği için çadırımı su basmayacak.Kazmayı çadıra geri koymak için kafamı çadıra soktuğumda dünden beri ahır gibi gübre kokan çadırım daha da berbat kokuyor.Dışarıda neredeyse eksiye varacak soğuk ve rüzgar var, benim çadırımdaki kokunun daha da artmasına anlam veremedim.Sanırım 3200 metrede çadırımın tabanına bulaşan gübre ve çamur burada da aynı zeminde kurulu olduğu için koku daha da arttı.Üstümü sıkı giyinip arkadaşlarımın durumunu öğrenmek için kamp alanını gezmeye karar veriyorum.Bizi bekleyen katırlar bütün bu yağışta dışarıda kalıyorlar.hepsinin yelelerinde kar ve dolu buz yapmış,neredeyse hepsinin gözleri kapalı ve üşüdükleri hallerinden anlaşılıyor.Yaşları 14-15 arasında bir genç soğuktan yanakları al al olmuş,bekleşiyor.Üstü başı bu hava koşullarına hiç de uygun değil.Nasıl dayanıyor bu insanlar aklım almıyor.Fırtınayı bir çadırda geçirdiği belli.Üstü başı kuru.Biraz sohbet ediyoruz,bir daha dağa gelmeyeceğini söylüyor.karşılıklı gülüşüyoruz. Gurubumuz ne durumda diye aramaya çıkıyorum.Herkes çadırlarında olduğu için kimseyi göremiyorum.Ortaya bağırarak herhangi bir çadırdan cevap bekledim.Önümde duran çadırdan bir bayan sesi ben zirve dağcılıktanım dedi.Ben de sesli olarak kendimi tanıttım.Beni çıkaramadığını çadırın kapısı açmamı istedi.Çadırın kapısını açtım.uyku tulumunda yatan bir arkadaşımız.Hasta olduğunu ilaç kullandığını söyledi.kendisine yardım etmek istediğimi bildirdim,kabul etmesi üzerine, yandaki paralı ekspedisyon çadırından rica ederek,çay şeker ve tuz aldım.Dağ dönüşü fırtınaya tutulduğunu karşı tarafta kurulu başka bir ekspedisyon çadırına sığındığını ve çantasını orada bırakmak zorunda kaldığını belirtti.Gidip o çantayı da kendisine getirdim.Çay aldığım çadıra birlikte gitmemiz önermesi üzerine beraberce belirtilen yere gittik.Hava biraz soğuk ve kapalı artık akşam olmak üzere.Çadırın içinde 7-8 kişi oturuyor.bizi’de buyur ettiler.Tanıştık ortak konularda sohbet ettik.Paralı ekspedisyon rehberi Murat SEVİNDİK piknik tüpü üzerinde büyükçe bir tencerede çorbaya benzer bir şey kaynatıyor.Ne kaynattığını sorduğumda, bu grubun bugün 3200 metreye inmesi gerektiği ancak fırtınadan dolayı gidemediğini dolayısıyla yemek işi için çorba kaynattığını,çorbanın içinde tereyağı bayat ekmek,pul biber reyhan diye bir çeşit bitki karışımı çorba.Daha doğrusu Murat suya can katmış.O zor koşullarda pişen çorbadan bana da bir kase düştü.Bu soğuk ortamda 4200 metrede çorba içmek keyif verici bir şey.Herkesle vedalaşarak,uyumak üzere hayvan gübresi kokan çadırıma döndüm.dişlerimi fırçaladım,üstümü başımı değiştirerek,ana kucağı uyku tulumuma girdim.Çok mutluyum,şehrin kasvetinden,gürültüsünden, ,iş stresinden uzakta 4200 metredeki muhteşem ağrı Dağı eteklerinde uyuyorum.06:00 kurulu saatim çaldı.bir şeyler yemek adına az peynir ve ekmek yiyerek kahvaltımı yaptım.İtina ile çantamı yerleştirdim.Gübre kokulu çadırımı topladım ve çantama monte ettim.Sırt çantamı katıra yüklenecek şekilde ambalajladım.Her şey tamam.Gurubu aradım,orada da tatlı bir telaş.Çoğu arkadaşımız hazırlıklarını bitirmiş ve yola koyulmaya hazır.Yaklaşık saat 07:00’de 220 metreye gitmek üzere yola koyulacağız.Rehberimiz Hakan hoca toplantı yaptı.Herkesin kask takması gerektiğini,yolda 2 metre aralıklarla yürümemiz gerektiği hususunda sıkı sıkı tembih etti.Yola koyulduk, Aşağıdan kalabalık gruplar 4200 kampına gitmek için yola koyulmuşlar.Bu guruplardan bir tanesinin rehberi bizim rehbere Haydar BOZADA’nın burada olup olmadığını soruyor.Ben yüksek sesle buradayım diyorum.Yanıma geldi yeğenin Sonay seni bulmamı ve görüştürmemi istedi dedi.Doğubayazıt’ta evli hemşire yeğenim oturuyor.Dağa gideceğimi biliyor, ben de onu rahatsız etmemek için telefonumu kapalı tutuyorum.Ancak inatçı yeğenim dağa gelen rehberlerle beni bulduruyor.Rehber telefonu açtı ve Sonay karşımda .Ağlamaklı bir sesle dayı ben sana çok küstüm neden beni aramadın.Ben de durumu kısaca anlatıyorum, ve özür diliyorum.Gurup yola devam ediyor ve kısa aralıklarla molalar vererek 3200 metrede ki kampa vardık.Bu kampta dağa gelememiş arkadaşlarımız bize katılacak.Kamp alanı ana baba günü gibi.Valilik masrafları karşılamak kaydıyla 200’e yakın kişiyi toplamış buraya.Belli ki bu 200 kişiden 70 kişi ancak zirve yapabilir.Baktım uzaktan Şerife Kuvvetli geliyor.Çok sevindim.Şerife de Valilik’in bu etkinliği kapsamında burada.Zirve Dağcılık Bursa üyesi olan bu arkadaşımız hakikaten soyadı gibi kuvvetli ve sporcu bir arkadaşımız.Mola boyunca sohbet ediyoruz.Bize çay ikram ediyor.Grup yola düşünce vedalaşıp ayrılıyorum.Grubun önünde Genel Başkanımız var hızla hareket ediyor.Yolda küçük çocuklar bizden çikolata istiyorlar.Bazı arkadaşlar duruyor, çantalarında kalan son yiyecekleri bu çocuklara veriyorlar.Minibüslere bineceğimiz alana vardık.Katırları beklerken bir toplantı yapıldı ve burada eleştiri özeleştiri yapıldı.Bazı arkadaşlar Hakan hocanın çok sert davrandığını bazılarıysa yerinde bir ve haklı müdahalelerde bulunduğunu belirttiler.Hakan hoca da büyüklük göstererek kırdığı herkesten özür diledi ve konu tatlıya bağlandı.Katırlar geldi gurup büyük bir neşe ile hızlı hareketlerle katırlardan inen çantalarını aldı ve toz duman içerisindeki minibüslere binildi.Yine bildiğimiz yol,dışarıda ki bütün tozlar aracın içinde ancak yapılacak pek bir şey de yok. Otelimize vardık yine eski odalarımıza yerleştik.sırayla banyoya girip güzelce yıkandık ve üstümüzü değiştirdik.İşine bitiren lobiye indi.Arkadaşlar kendi aralarında guruplaştılar.Ben de çok acıktığım için yemek yemek üzere şark köşesi diye üst katta bir lokanta gittim.Baktım dizim dağcılar burada.Başka bir masada da hasta iken kendisine yardım ettiğim Sema BAL bir bayan arkadaşıyla masada yemek siparişi bekliyor.Beni de yanlarına çağırdılar gittim,bir süre sonra bizim masaya başka bir dağcı bayan geldi.Daha tanışıp sohbet etmeden İran’a giden grupta bulunan Sevim GÜLER geldi.Onu da masaya aldık ve 4 kişilik masada 5 kişi oturuyoruz.Bir muhabbettir,gidiyor.Ben, beyti kebap ve salata yedim.Arkadaşlarım lahmacun ve pide yediler.Yemek fena değil.Yemek öncesi aperatif olarak tereyağı, ezme ve ince tandır ekmeği geldi. Hepsi de çok lezzetliydi.Yemek faslından sonra hep beraber Diyabakır burma kadayif yemek üzere masaları dışarıya çıkarılmış,trafiğe kapalı bir alanda bulunan pastaneye gittik, ben dondurma arkadaşlarım tatlı yedi,lezzeti 10 üzerinden 7 diyebilirim.Akşam olmak üzere otelimize çekildik,saat 23:00’lere kadar çay eşliğinde sohbetler ve yatmak üzere odalarımıza çekildik.Sabah , havaalanına gitmek üzere 6 arkadaş minibüs tuttuk ve zamanından bir saat önce Van havaalanına vardık.Saat 10:50’de Özkan hemşerimle beraber İstanbul’a uçacağız.Havaalanında bir lokantaya gittik,ramazan dolayısıyla bir aktif değil.Garsonu çağırdık,Çorba,Pizza ve Tost olduğunu söylüyor.Olanla idare edeceğiz.Ben çorba ve Pizza Özkan ise çorba ve tost yiyor.Hesap ödeme esnasında Özkan çok hızlı davranıyor ve bütün ısrarlarıma rağmen ödeme yapıyor.15 dakika rötarlı olarak Pegasus Hava Yollarına ait uçağına biniyoruz.Uçuş planlandığı üzere 2 saate yakın sürüyor.İsstanbul’da indikten sonra bantta bagajlarımızı bekliyoruz.Benim kırmızı sırt çantam uzaktan göründü.Önüme gelince aldım, bu sefer hasar daha az sadece baş tarafına şampuana benzer bir sıvı dökülmüş,toz ve pislik içinde kalmış.Zaman darlığında dolayı tutanak tutmadım.Ama bir gerçek var ki, Pegasus Hava Yolları’nın bagajı hayvan ağılından daha kirli.Müşteri temsilcileri son derece duyarsız.İsterseniz yüzlerce kez başvurun muhatap bulamazsınız.Mümkün olsa uçuşlarımda bu firmayı artık tercih etmem.Her neyse yapılacak bir şey yok.Hemşerim Özkan Fabrikasında çağırdığı bir araç ile beni otobüse bineceğim bir yere bırakıyor.Oradan da Gemlik’e dönüşüm trafik yoğunluğundan dolayı 4-5 saat sürüyor.Sonunda evimdeyim.Bir faaliyeti daha geride bırakarak,günlük hayatıma geri dönüyorum.EYLÜL 2010