Bir hikaye:
Bir gün New York’ta bir grup iş arkadaşı yemek molasında dışarıya çıkarlar.Gruptan biri Kızılderilidir. Yolda yürürken insan kalabalığı, siren sesleri, araçların korna sesleri, yolda çalışma yapan işçilerin araçlarının çıkardığı gürültü arasında ilerlerken, Kızılderili kulağına cırcır böceği sesinin geldiğini söyler ve aranmaya baslar.Arkadaşları bu gürültünün arasında bu sesi duyamayacağını, kendisinin öyle zannettiğini söyleyip yollarına devam ederler. Aralarından bir tanesi inanmasa da onunla birlikte aramaya devam eder. Kızılderili caddenin karşısına dogru yürür arkadaşı da arkasından takip eder ve o binaların arasında bir kaç tutam yeşilliğin arasında gerçekten bir cırcır böceği bulurlar. Arkadaşı kızılderiliye;
"Senin insan üstü güçlerin var bu sesi nasıl duydun?" diye sorar, Kızılderili ise;
"Bu sesi duymak için insan üstü güçlere sahip olmaya gerek olmadığını" söyleyerek arkadaşına kendisini izlemesini söyler.
Kaldırıma geçerler ve Kızılderili cebinden çıkardığı bozuk parayı kaldırımda yuvarlayarak atar, bir çok insan bozuk para sesinin geldiği yöne dogru ceplerinden düşen bir paramı !!! diye bakar, Kızılderili arkadaşına dönerek,
"Gördün mü? Önemli olan nelere değer verdiğin ve neleri önemsediğindir, her şeyi ona göre duyar, görür ve hissedersin" der...
Sizce de biraz hızlı gitmiyor muyuz? Bu kadar koşuşturma neden? Eskilerin bir lafı vardır ; "dünya telaşı" derler. Ne kadar doğru bir tanımlama.Bu koşturma arasında sıkışıp kalan ve yitirdiğimiz ne değerlerimiz var hiç düşündünüz mü?
Ve siz büyüklerimiz, sizlerin yaşattığı ve korumaya çalıştığı bu güzellikleri bizler emanet olarak aldık. Şimdi elimizden gelenin en iyisini yaparak bunları korumaya çalışmak bizim görevimiz.Bir yazı aktarmak istiyorum size; belki içinizde bir şeyler kıpırdanır...
Eski Gemlik'i arıyorum. Sokakların da güler yüzlü insanların dolaştığı, deniz ve zeytin kokan o küçük kasabayı arıyorum.
Denizin kumsal yaptığı, evlerin önünden o tertemiz denize girilen, ipek böceği yetiştirilen, ipek kozaları temizleyip sarılan, insanlarının biri biriyle selamlaştığı Marmara'nın güzel kasabası yok oldu gitti..
Hem de bir daha gelmemek üzere gitti, kayboldu... Anılarımızda kalan, ancak yaşlıneslin tattığı o hazzı bir daha göremeyeceğiz.
Bu günkü yaşadığımız hayat için bir rüya olan bu değerler yok oldu gitti...
Tuttuğu balıktan, zeytin havuzundaki salamura zeytinden, bahçesindeki incir -kirazdan komşularına dağıtan GEMLİK'li yok artık..
O günkü Gemlik'li dayanışma içinde bir arada yaşayan, geceleri sinemasına giden,iskelesinde zevkle dolaşan birbirine saygılı Gemli 'li azaldı, adeta kayboldu.
Uzaklarda yaşayanların gıptayla baktıkları "Ne güzel yer" dedikleri bu kasaba kalabalıklaşıp ur gibi tabii olmayan şekilde büyüdü, şekilsizleşti.
Gelenler denizi - balığı –kayığı- kozayı hatta okuma yazmayı - selam vermeyi bilmeyenlerdi..
Caddelere - sokaklara bakın; yüzlerinde endişe ve sertlik olan, gülmeyi bir lüksolarak gören; toplumla beraber yaşamasını bilmeyen, yaşamak için birbirini aldatmak gerektiğini düşünen bu insanlarla dolu.
On bin kişi yaşayan Gemlik seksen bin oldu. Gemlik yaşanacak kasaba değil ,kaçılacak kasaba oldu...!
Teknesi - kayığı, balığı kalmadı, ahşap evleri kalmadı. On katlı binaların biri birini yıktığı - çökelttiği bir küçük şehircik; ne olduğunu kendisinin de bilmediği bir yer oldu.
O güzel iki katlı taş döşeli temiz sokaklar gitti, on katlı ucube siteler, apartmanlar geldi. Deniz kokusu gitti; Yanan kötü kömür - pirina kokusu geldi, hem de ne geliş kışın insanı zehirleyecek ölçüde hava kirlenmesiyle dumanıyla, isiyle, pisiyle....!
Tekneler - kayıklar, balıklar denizden kayboldu. Deniz pisliği, çer çöpüyle kıyılarayerleşti kaldı.. En acımasız olanı, gülen, yaşamasını bilen görgülü Gemlik yerlisi azaldı, sindi, kendi kabuğuna çekildi.
Bazen caddelerde -sokaklarda eski Gemlik'li arıyorum. Belki de onlar da beni arıyorlardır...!
Bulursam - rastlarsam seviniyor, moral buluyorum, içime bir kıvanç doluyor.Onlara selam vermekten, hatırlarını sormaktan, iyi günler dilemekten büyükzevk alıyorum. Eski günler... eski Gemlik bir sinema şeridi gibi gözlerimin önünden akıp gidiyor. İnanın bazen gözlerim yaşarıyor..
Niye biz güzelliklerimizi kolayca harcıyoruz.? Onlara sahip çıkmak, yaşatmak insanlar için çok mu zor..?
ÖZCAN VURAL http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=2837